29 Haziran 2023 Perşembe

 KENDİ KENDİME ALTI İLKEM

1-Eğer bir yiyecekle ilgili bayat mı taze mi, zararlı mı değil mi gibi endişelerim oluşursa onu yememenin en doğru tercih olduğunu düşünürüm.
2-İçimden birine bir iyilik yapmak geçiyorsa, akabinde sonra da yapsam olur diye düşünce oluşmuşsa ertelemenin doğru olmadığını derhal yapmamın uygun olduğunu düşünürüm.
3-Bir konuda birini eleştirmek içimden geçtiği zaman aynı şeyi nefsimde test etmenin beni doğru sonuca götüreceğini, kendi nefsimde yapamayacağım ve yapmayacağım şeyleri başkaları niye yapıyor diye ayıplamanın, yargılamanın çok yanlış olduğunu düşünürüm.
4-Eğer birileri hayatın olağan akışına uygun olmayan şekilde bize bir fırsat ve bir avantaj sunuyorsa, bunu oltanın ucundaki bir yem gibi düşünürüm. Neden hayatın olağan akışına uymadığı konusunun önünü arkasını kritik ederim.
5-Biri bana bir söz söylediğinde sözün mesajını ilişki biçimimizi dikkate alarak değerlendiririm. Ayrıca ilişki biçimime uygun söz söylemeye özen gösteririm. Tanıdık, arkadaş, dostlarla diyaloglarımız farklılık gösterir. İleti anlamının ilişki biçimine bağlı olduğunu sürekli göz önünde bulundururum.
6-Bir kişinin başkaları hakkında söylediği sözler bize başkaları hakkında gerçekçi bir bilgi sunmaz. Ancak başkaları hakkında söz söyleyen kişi hakkında bize gerçekçi veriler sunar.
Örneğin herkesin dedikodusunu yapan ya da kimseyi beğenmeyen kişinin sözleri en çok kişinin kendisiyle ilgili bilgi verir. Buna dikkat ederim.
Ancak diyeceksiniz ki kendine koyduğun bu ilkelerle hiç hata yapmaz mısın? Hiç yanlışa düşmez misin? Elbette hata yapabilirim ve yanlışa düşebilirim. Böyle durumlarda hep rahmetli babamın sözünü hatırlarım. “Her düşüşte bir akıl öğrenirim ne düşüş tükenir ne de akıl” Çünkü hayat sabit değil değişkendir ve hayatımız hep öğrenmekle geçecektir.

 SIRADIŞI DÜŞÜNME TEKNİKLERİ ÜZERİNE YENİ NOTLAR

Yapacağım bir konuşma için Sıradışı Düşünme Teknikleri konusunda hazırlık yapıyorum. Konuşmaya katılamayacakların istifade etmesi için aldığım notların başlıklarından bir kısmını paylaşıyorum.
Danimarka’da Aalborg Üniversitesi öğretim üyeleri aktif öğrenmeyi gerçekleştirmek için 30 yıl çalıştılar. Sonunda “sorun esaslı öğrenme” yöntemini geliştirdiler. Öğrenciler önce bölüm bölüm ders çalışmak yerine gerçek hayattaki bir sorunun nasıl çözüleceğine dair çalışıyorlar. Bir çeşit pratikten teoriye doğru yol alıyorlar.
Bazen bir şeyi tersinden yaparak da yeni çözümler üretmek mümkün oluyor.
**
George de Mestral 1941 de köpeği ile İsviçre Alpler’de avcılığa gitmişti. Hem kendi pantolon paçalarına hem köpeğin üstüne pıtrak dikeni yapışmıştı. Onları çıkarmakta zorluk çekti. Pıtrakların yapısını mikroskopla inceledi. Buradan esinlenerek cırt cırt bandı buldu.
Pıtrak dikeni insanları ve diğer canlıları kullanarak tohumunu etrafa saçmaya çalışıyor, biz de pıtrakları kullanarak ondan ilham alıp hayatımızı kolaylaştırabiliyoruz.
**
İyi bir fikre ulaşmak için çok fikir üretmek gerekir. Pablo Picasso yaklaşık 20 bin eser üretmişti. Albert Einstein 240 makale yazmıştı. Thomas Edison binden fazla patent başvurusunda bulunmuştu. Ama bunlardan bir kısmı başarılı oldu. Biz başarılı olan eserleri hatırlıyoruz, diğerlerini bilmiyoruz.
Kelime haznemiz ne kadar genişse o ölçüde eser yazmamız daha kolay olur. Malzememiz ne kadar fazla ve çeşitliyse o oranda yemek yapmamız mümkün olur. Yeni bir şey icat ederken de ne kadar çok fikir üretirsek o ölçüde başarılı sonuçlar alırız.
**
Yapılan bir araştırmada bir gruba birbirine yakın üç kavram verip bir hikâye yazmaları isteniyor. Örneğin tarak, saç, yakışıklılık. Bir diğer gruba da birbiriyle ilgili olmayan üç kavram veriliyor ve hikâye yazmaları isteniyor. Örneğin patates çipsi, kitap, uzay aracı gibi. Birbirinden çok farklı olan kavramlar verilen kişiler daha yaratıcı hikayeler yazabiliyor.
Doğada da aynı şey söz konusudur. Birbirine yakın genler bir araya gelince oluşan canlı zayıf doğuyor. Birbirinden farklı genler bir araya gelince genetik mükemmellik oluşuyor.

 HAYATA DAİR TARİHTEN KISA NOTLAR

Yunanistan’ın Korint kentinin kuşatılacağı dedikodusu o dönem halkı telaşa sürüklemişti. Herkes kendine göre hazırlık yapıyordu. Diyojen’ de(MÖ 412-MÖ 323 Sinop’ta doğmuş Yunanistan Korint kentinde ölmüş filozof) harmanisini giyip fıçısını alarak sokağa çıkmış ve fıçısını sokaklarda bir oraya bir buraya sürükleyip durmuş.
Bu tavrı üzerine çevreden sormuşlar. “Neden böyle yapıyorsun?” Diyojen cevap vermiş. “Ben de herkes gibi meşgul görüneyim, hiçbir şey yapmıyormuş gibi görünmek olmaz”
Birçoklarının meşguliyeti Diyojen’in karikatörüze ettiği, meşguliyettendir. Ama insanlar görüntüyü kurtarmak, önemli işler yaptığı izlenimi vermek için benzer taktiği uygular.
** **
Heraklitos (MÖ 535-475) “İnsan aynı ırmağa iki kere giremez” demiş. Bir öğrencisi buna ekleme yapmış “Bir kere bile giremez”
Her an herşey değişiyor. Ama ne yazık ki önyargılarımız değişmiyor. Kişilerle ilgili bir kanaatımız sanki bütün zamanların değişmez bir durumu gibi kalıyor. Oysa yine Heraklitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”
Demokritos’un şu sözünü hiç unutmayalım. “Taze güne taze fikirle başla; her gün yeni bir gündür.”
** **
Nasreddin Hoca derenin kenarında kedisini yıkar. Hocayı görenler, “Hocam kediyi yıkama ölür” deyip giderler.
Döndüklerinde kedinin ölmüş olduğunu görürler. Hocaya,“Hoca biz sana kedi yıkama ölür, demedik mi?” diye sorduklarında Hoca, “Yıkarken değil, sıkarken öldü” der.
Hoca bu fıkrasıyla insanlara ölçülü ve dengeli olmayı öğütler. Ölçü ve denge olmadığı takdirde bunun zararlı sonuçları olur. Ekrem Sancak üstadımızın dediği gibi “Makul olmak mükemmel olmaktan iyidir.”
** **
Bir adam Fransız yazar ve filozof Voltaire (1694-1778) ile konuşurken bir teolog ve filozoftan “ o herşeyi biyor” diye söz etti”
Voltaire şaşırdı sonra “Herşeyi bilecek kadar aptal mı?”
Sokrates (MÖ 469-MÖ 399) “Bildiğim tek şey varsa bilmediğimi bildiğimdir” der. Maalesef her şeyi bildiğini sanan o kadar cahil var ki. Bunlara bilmediğini bildirmek de mümkün olmuyor.Bilge insanlar bunların arasında acem işkencesi çekiyor.
(Eskiden İran’da bir alimi cezalandırmak için bir hücreye atarlar yanına da iki cahil koyarlarmış. Alim kendi başına kaldığında mutlu olabilir ama cahil olursa onun düşünsel rahatını kaçırır diye bu yapılırmış. Buna acem işkencesi deniyor)

 SIRA DIŞI DÜŞÜNME KONUSUNDA NOTLAR

Bir kurumun denetim birimine Sıra dışı Düşünme Teknikleri”ni anlattım. Verimli bir program oldu. Konuşma içinde geçen bazı düşüncelerden notları paylaşmak istedim.
**
Başka ülkelerde Rodin’in düşünen adam heykeli üniversite, sergi ve müzelerde sergilenirken bizde neden akıl hastanesinin önünde sergileniyor? Acaba bilinçaltımıza “düşünme kafayı sıyırırsın” diye bir mesaj mı verilmek isteniyor? Belki de bu nedenle düşünmeyi netameli (içinde gizli tehlike barındıran) bir durum olarak algılıyoruz.
**
Beynimiz vücudumuzun %2 si oranında iken enerjimizin %20 sini kullanıyor. Hacminin on katı enerji tükettiği için sürekli tasarruf tedbirlerine başvuruyor. Fazla enerji harcamamak için yeni bir şey düşünmüyor yeni bir deneme yapmıyor, alışkanlıklarla durumu idare ediyor. Bu hayatı kolaylaştırıyor ama bizi mutlu etmiyor, gelişmeyi de sağlamıyor. Beynin sıra dışı düşünmelerle yeni fikirlere yelken açması, böylelikle dopamin, seratonin ve dolayısıyla endorfin hormonlarını tetikleyerek bizi mutlu etmesi, gelişmeye de katkı da bulunması gerekir. Beyin ancak gerçek performansını bu şekilde gösterebilir.
**
Sıra dışı düşünmelerle alanında zirve yapmış insanlarla yarışmayacağız. O zirvelerin üstüne kendi sıra dışı düşüncemizi ekleyerek yeni bir zirve oluşturmalıyız. Bu bir çeşit inovasyon sayılır. Yani bir icadı değiştirerek, geliştirerek, yenileştirerek farklı bir ürün ortaya koymak. Bu sanat, felsefe ve bilim alanında olabilir.
**
Sıra dışı düşünme insanın doğasında vardır. Eğer insan bu yeteneğini kullanmıyorsa potansiyelini zayi ediyor demektir.
**
Kullanılmayan organ işlevini kaybeder. Beynimizin işlevi sadece biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak değil, aynı zamanda değişmek ve gelişmektir. Böylelikle diğer canlılardan ayrılırız.
**
Hata yapmaktan ve başarısız olmaktan korkmak bizi yeni adımlar atmaktan alıkoyar. Hatalar ve başarısızlıklar yeni başarıların merdivenidir. Başarıyı kutsamak, başarısızlığı lanetlemek akıllı bir yol değildir. Zihin bu önyargılardan özgürleştikçe cesur adım atacak ve zirveyi zorlayacaktır.
**
Hayal gücümüz ve sıra dışı düşünmemiz çocukken daha güçlü iken, büyüdükçe bu yeteneğimizi kaybediyoruz. Çünkü büyüdükçe gerçekliğini sorgulamadığımız sosyal kabuller önümüzde duvar oluyor.
**
Sıra dışı düşünmekten ziyade eleştiriyi daha çok benimsiyoruz. Çünkü önümüzde bir hazır bir şey var. Ve onu eleştirdikçe kendimize üstünlük duygusu yüklüyoruz. Sıra dışı düşünmek henüz mevcut olmayan yeni bir şey düşünmektir. Bu zordur, beynin daha çok çaba göstermesi gerekir.
**
Beynimize ne kadar çok veri, bilgi ve uyarıcı yüklersek o oranda sıra dışı düşünmeyi çoğaltabiliriz. Sürekli yeni renkler, sesler, nesneler, insanlar, fikirler girmeli ki üretimde çeşitlilik artsın.
**
Kendimize dışardan bakmanın önemli bir yolu da hobi edinmektir. Hobi; içinde aktif olarak bulunduğumuz kendimizi geliştiren etkinliklerdir. Hobi mesleğimizle etkileşime geçerek yeni sentezlere ulaşabiliriz. Hobi olarak yazarlığı olan bir müfettiş bir sanat eseri gibi rapor yazabilir.

 KENDİNİ GELİŞTİCİ VE SOSYALLEŞTİRİCİ BİR MİZAH TARZINIZ VAR MI?

Yapıcı bir mizah anlayış, kişinin kendini geliştirmesinde ve sosyal hayatında önemli rol oynar.
Kendini geliştirici bir mizah anlayışı; kişinin motivasyonunu artırır, hafızayı güçlendirir, sorunları çözme kapasitesini, yeni fikirler üretme ve karar verme yeteneğini geliştirir.
Sosyalleştirici bir mizah anlayışı ise statü farklılığını azaltıp çatışmaları asgariye indirerek bir güven ortamının oluşmasına ve insanların birbiriyle rahat iletişim kurmasına yardımcı olur.
Peki kendini geliştirici bir mizah anlayışına sahip olup olmadığınızı nasıl ölçersiniz? Eğer kendinizi aşağıdaki şekilde değerlendiriyorsanız, böyle bir mizah anlayışına sahipsiniz demektir.
1-Komedi, espri, fıkra ve karikatür gibi mizah ürünleri beni neşelendirir ve ruhsal olarak beni dirençli kılar. Mizahı hayatıma katarak, sert değil, esnek ve seçenekli bakmayı benimserim.
2-Yaşadıklarımdan komik hikâye çıkarmasını ve bunları bir kıssadan hisseye dönüştürmesini severim. Mizah benim için öğrenme stratejisidir.
3- Yeri geldiğinde mizahı kullanarak sorunlarla daha rahat baş edebildiğimi düşünürüm.
4-Mizah benim hayatla dans etmemi sağlar. Hayatın öngörülemez belirsizliklerine mizahla daha rahat uyum sağlarım.
5-Kendi hatalarımla, yanlışlarımla dalga geçerek hem egomu yenerim hem de onların beni üzmesini bertaraf ederim.
Sosyalleştiri bir mizah anlayışına sahip olmak; bizi sevilen, sözü sohbeti dinlenen biri haline getirir. Peki sosyalleştirici bir mizah anlayışına sahip olup olmadığımızı nasıl anlarız? Kendinizi aşağıdaki belirtilen özelliklerde düşünüyorsanız sosyalleştirici mizah anlayışına sahipsiniz demektir.
1-Mizahı iyi kullandığıma dair kendime güvenirim ve anlattığım fıkra ya da komik hikayelerle insanları etkileyebilirim.
2-Çevremde bulunan kişilerden mizah duygusu yüksek insanları severim. Hayatın farklı ve hoş cephelerine ışık tuttuklarını düşünürüm.
3-Çevrem beni esprili biri olarak bilir ve anlattığım fıkralarla, yaptığım esprilerle çevremden olumlu geri bildirimler alırım.
4-Mizah kullanarak gergin bir ortamı rahatlatabilirim, insanların psikolojik olarak rahatlamasını sağlayabilirim.
5-Klişe espri ve fıkraları kullanmam, yeri geldiğinde duruma uygun espri ve fıkra üretebilirim.
Bu yazıyı okuyanların kendilerini bu testten geçirmelerini dilerim. Belki bir farkındalık yaşayarak hayatlarına; kendini geliştirici ve sosyalleştirici mizahı ekleyebilirler. Böylelikle hayatlarında hoş bir pencere açılabilir.

 MİZAHLA İLETİŞİMİ KOLAY KILMAK

Mizah, insanlar arasındaki birçok suni duvarı kaldırarak doğal bir iletişim kurulmasını sağlar Gülmek, sosyal ortama katılımı yumuşatır, özgür düşünmenin yolunu açar. Birlikte gülmenin getirdiği yatay iletişim, barışçı bir anlayışa da hizmet eder.
Mizahın iletişime faydalarını sayacak olursak:
1-Mizah insanları birbirine yakınlaştırır. Victor Borge“Gülmek iki insan arasındaki en kısa mesafedir .” demiştir.
2-Sohbete ya da konuşmaya espriyle başlamak, iletişim kanallarının anında açılmasına yol açar. İlgi ve coşkunun oluşmasını sağlar. Allen Klein “Eğer sizi dinlemelerini istiyorsanız, onları güldürün.”diye tavsiyede bulunur.
3-Mizahi hikâyeler ve onların işaret ettiği gerçeklikler akılda kalır. Bu nedenle geçmişte mizah hep kıssadan hisse olarak anlatılmıştır.
4-Sohbette ya da konuşmada hoşa gitmeyen bir konuyu değiştirmek için anlatılacak hoş bir fıkra, iletişim kazasına yol açmadan ortamı yumuşatabilir.
5-Mizah gerilimi azaltıp kişinin kendini iyi hissetmesini sağladığı için olumlu sözlerle sevgi ortamı oluşturur.
6-Mizah, korkuyu güvene, sahte saygıyı samimiyete çevirerek iletişimde gerçek ve yürekten geri dönüşüm sağlar.
7-Mizah, yaratıcılığı artırdığı için iletişim tıkanıklarının giderilmesinde etkin rol oynar.
Mizahın iletişime birçok katkısı sayılabilir. Ben bu yazımda iletişimin iki tarafı olan verici (biz) ve alıcıdan (karşıdaki) kaynaklanan hataları fıkralarla anlatmayı uygun buldum.
Bilmek Ama Anlatamamak
Bir konuyu anlatıyorsunuz ama anlaşılamıyorsunuz. Sizden kaynaklanan sorunlar olabilir. Uygun iletişim biçimlerini kullanmıyor olabilirsiniz. Karşıdan kaynaklanan sorunlar olabilir.
1-Karşıdaki kişinin algı düzeyi çok düşük olup sizin anlattıklarınız onun alıştığı kalıplardan farklı olabilir.
İlla odunum hikâyesi bu konuyu anlatan tipik örnektir.
Adam sürekli ormandan odun keser, eşeğe yükler, kasabaya götürüp satar. Yıllardır aynı işi yapmıştır.
Bir gün eşekle kasabaya odun taşırken yol üzerinde hastaneye gitmek isteyen ama aracı olmayan biri oduncuya der ki “Sen bu odunu kasabaya kadar götürüp kaça satacaksın.” “20 akçeye” der, oduncu. Bu kez hasta adam “Odunlarını ben satın alıyorum. 20 akçeni ödeyeceğim. Sen odunları boşalt beni kasabaya götür” Oduncu “Odunlar burada ne olacak?” der. Hasta adam “odunların parasını sen alacaksın. Odunlar burada dursun” demesine rağmen oduncu ikna olmaz. “Tamam, da odunlar ne olacak?” der.
2-Kişi anlar ama başka kaygılarla anladığını açık edemez. Bu kişiye ne kadar anlatsanız da içindeki kaygıyı öğrenemediğiniz sürece anlaşıldığınızdan emin olamazsınız.
Sağlık Meslek Lisesinde okurken tarih dersinde ismi Mehmet olan arkadaşımız “Ben bu konuyu on kere okudum yine de anlamadım, hocam” dedi. Hoca “Anlayarak okumuyorsun demek ki. Bak şimdi ben anlatacağım, anlayacaksın” dedi. Başladı ağır ağır anlatmaya, sonunda “anladın mı?” diye sordu. Mehmet “Anlamamışım hocam” dedi. Hoca “Belki ben anlatamadım, çalışkan bir arkadaşımız anlatsın” dedi. Bir kişi daha anlattıktan sonra yine sordu. Mehmet yine “anlamamışım” dedi. Hoca sinirlendi. “Anlamadıysan anlamadın, beynine zorla zerk mi edeceğim?” dedi. Ben anlaşılamayan bir şey olmayacağını düşünerek teneffüste “Gerçekten anlamadın mı? Bir de ben anlatayım” deyince bana, Mehmet“Anlamışım anlamışım ama anladım desem kalk bir de sen anlat diyecek” dedi.
3-Anladığını söyler ama henüz anlayamamıştır. Öğretmenlik yapanlar bilir. Anladığını bildirerek, anlamadığını ortaya koyan bir soru soranlar olur.
Öğretmen tekerlerin nasıl döndüğünü anlatıyor. Bujilerin ateşlemesinden başlayıp, dişlilerin nasıl çalıştığını, anlatarak tekerin dönüşüne kadar olan aşamaları tek tek izah ediyor. Sonunda sınıfa soruyor. Anladınız mı?” Öğrencinin biri kalkıp “Anladım anladım da hocam bu teker nasıl dönüyor?”
4-Mesleki kalıplar insanın algısını sınırladığından söyledikleriniz anlaşılmayabilir.
Temel ile Dursun tavuk çiftliği açmışlar. Çiftlik olunca tavukları da ekilip dikilen bir şey olarak algılayıp civcivleri baş aşağı toprağa dikiyorlar civcivler ölüyor. Sonra ayaklarından gömüyorlar yine ölüyor. Bu kez ziraat mühendisi hemşerilerine “civcivleri hem ayaklarından hem başlarından gömdükleri halde yetişmediğini” söylüyorlar. Ziraat mühendisi, “Siz topraktan bir numune gönderin, analiz yaptıralım, sonucuna göre hareket ederiz” diyor.
5-Hırs ve istek aklın önüne geçmişse sözler doğru algılanmayabilir.
Lidya kralı Croesus, Delphi kâhinine gidip soruyor. "Perslerle savaşayım mı ey kâhin ?" Kâhinin cevabı kısa ve net "Eğer bunu yaparsan büyük bir imparatorluğu mahvedeceksin."
Croesus çökecek olan imparatorluğun Pers krallığı olduğunu düşünüp taklalar atarak savaşa giriyor bozguna uğruyor ve kendi krallığı çöküyor.
Cresus bu savaş için o kadar istekli ki, kâhin ne derse desin istediği doğrultuda algılamaya eğilimlidir.
6-Siz derin konuşuyorsanız ama karşıdaki satıhlarda dolaşıyorsa sizi anlamaz.
Adanalı şair Hayrettin Efendi’nin başyazı olabilecek yazısını derginin ortalarında görenler şaire “Nasıl olur?” gibilerinden sormuşlar. O da şu cevabı vermiş:
“Biz onlara başlarına koysunlar diye bir sarık gönderdik. Onlar kuşak zannedip bellerine dolamışlar.”
7-Bazı insanlar kötümserdir. Siz ne derseniz deyin, onu kötü bir anlama dönüştürürler. Anlatmakta çaresiz kalırsınız.
Zülfiyare dokunmak deyiminin hikâyesini bilirsiniz.
Genç sevdiğine iltifat etmek istemiş “Ne güzel, ipek gibi saçların var.” Sevdiği kız “Ne yani, sen benim saçlarımı ipek gibi ruhsuz cansız bir nesneye mi benzetiyorsun” demiş. Bu arada rüzgâr esmiş. Genç iltifatına devam etmiş, “Saçların rüzgârdaki buğday başakları gibi dalgalı ve hoş” deyince kız. “Ne yani, sen saçlarımı taramadığımı mı ve dağınık olduğunu mu ima ediyorsun?” demiş. Bu kez genç “Ne desem zülfi yâre dokunuyor” demiş.
8-Kalıplaşmış yanlış bilgiler de anlaşılmayı önler.
Beden dili konusunda bir seminere katılmıştım. Semineri veren kişi kadınların kollarını çapraz bir şekilde tutarak göğüslerinin üstünde tutmalarını iletişime kapalı olduklarının göstergesi olarak anlatıyordu. Ben “sağlıkçı olduğumu, kadınların bu şekilde yapmalarının soğuktan korunma güdüsüne dayandığını, çünkü kadınların önce göğüsten, erkeklerin ise önce testislerden donmaya başladığını, soğuk durumunda içgüdüsel olarak bu bölgelerin korunduğunu” anlattım. Semineri veren kişi ilginç dedi bende bu zamana kadar bu davranışı hep iletişime kapalı olarak görüyordum.
9-Karşı tarafın mizah algısı düşük düzeyde ise mizahi konuşmalarda anlaşılamayabilirsiniz. Belki de tekrar tekrar anlaşılması için zorlamak gerek. Ben bazı gruplarda bu zorluğu yaşıyorum. Bazen bir yaptığım espri havada kalıyor. Televizyondaki gibi hatırlatan, fonda gülme sesleri gelmeyince gülmeye cesaret edemiyorlar.
İsmail Dümbüllü’yü izleyerek Tuluat Tiyatrosu hakkında notlar alıyormuş. İlk akşam, oyunda bir sahnede, Dümbüllü’ye soruyorlar “Ne hakla?” Dümbüllü, “35’ ebakla” diyor, seyirci gülmekten kırılıyor.
Erbulak not alıyor. “Anında tepki alabilmek için anında cevap üretmek lazım”
Ertesi gün aynı oyun, aynı sahne, adam soruyor. “Ne hakla?” Dümbüllü “Efemdim?” diyor. Arakasından iki kez “Efendim, Efendim” diyor. Üçüncüde “35’ e bakla” diyor. Seyirci gülmekten kırılıyor.
Altan Erbulak bu konuyu Dümbüllüye soruyor. “Üstad, neden birinci gün bir kerede cevap verdiniz de, diğer gece üç kere tekrar ettiniz ve aynı tepkiyi aldınız.”
Dümbüllü gülümseyerek açıklıyor. “Birinci gece seyirci canavar gibiydi. Pası atıyorsunuz alıyor. Bu akşamki seyirci biraz anguttu, üç kere tekrar etmeyince anlamıyordu. Bende bundan dolayı üç kere tekrar ettim. Bunun için insanların yüzüne baktım. İnsan yüzü size, bir şeyi kaç kere tekrar edeceğinizi kendisi söyleyecektir.
10-Kültürel kalıplar anlaşılmayı önleyebilir.
Kasabanın birine bir komedi ekibi gidiyor. Oyunun gösteriminde ne alkış ne gülme hiçbir tepki almıyorlar. Oyun boyunca espriler havada kalıyor. Oyuncuların moralleri bozuluyor. Oyun bitince bir alkış bir kahkaha bir tezahürat başlıyor. Şaşıran oyunculardan başrol oyuncusu sahneden inip ön sıradaki adama soruyor. “O kadar komiklik yaptık gülmediniz de şimdi neden kahkaha atıyorsunuz?” Adam büyük bir ciddiyetle cevap veriyor. “Valla ben hemşerilerime tembihledim. Bak bunlar şehirli, bunların her yaptıklarına gülüp patavatsızlık yapmayın. Köylülüğünüzü belli etmeyin. Ben işaret verirsen o zaman gülersiniz. Oyun bitince ben işaret verdim, hemşerilerim de gülmeye başladılar.”
11-Bilgisizlik nedeniyle karşı taraftan anlaşılmayabilirsiniz.
12 Eylül 1980 öncesinde sağ sol kavgalarının olduğu dönemde, polis birini sorguluyor. “Sen komünistsin” Genç “Hayır abi, valla ben antikomünistim” diyor. Polis, “Olsun neticede komünist değil misin, antisini mantisini anlamam. Tüm çeşitleriniz aynıdır sizin” diyor.
Karşı taraftan anlaşılmama nedenleri saydıklarımla sınırlı değildir, daha fazladır.
İletişim kurarken karşı tarafın anlaması ve algılamasına dikkat etmek gerekir.
Hatalı İletimde Bulunmak
İletişimde kişinin kendinden kaynaklanan ve iletişim bozukluğuna yol açan nedenler de olabilir. Bunları sayacak olursak:
1-Bir diyalogda doğru vurgu yapmamak yanlış anlaşılmamaya yol açabilir.
Bir nüfus sayımında görevliyim. Evin önünde duran çocuğa “Küçük, baban evde mi?” diye sorduğumda çocuk bana baktı sonra “Benim babam küçük değil ki büyük” dedi.
2-Deyimleri yanlış kullanmak maksadımızı karşıya iletmez.
İş yerinde bir arkadaşımız vardı. Deyimleri yanlış kullanırdı. Sonrada herkes bana gülüyor diye kızardı. Bir meselesiyle ilgili herkes müdahil olunca, bunaldı “siz kendi yağınızla kavrulun” dedi. Çevresindekiler gülünce kızmıştı. “Siz kendi işinize bakın” diyeceği yerde “siz kendi yağınızla kavrulun” demişti.
Bir Erzurumlu yaşlı adam tuvalete girecek ama parası yok. Parasının olmadığını anlayan tuvaletçi "Geç amca seninki de parasız olsun” diye anlayış göstermiş. Yaşlı adam içeri girer hacetini giderdikten sonra tuvaletçiye dönmüş “Çok iyi oldu, geçmişlerinin canına değsin” demiş.
3-Atasözlerini yanlış yerde kullanmak farklı anlaşılmayı doğurabilir.
Bir arkadaşım benim sık fıkra ve atasözü kullanmamdan çok etkilenir. Hatta zaman zaman not alarak “Bunu bir yerde kullanayım.”der. Bir gün bana “Durdu, senin Atasözlerin benim başımı belaya sokuyor.” dedi.
Sonra başından geçenleri anlattı.
GİMA’ YA sözleşmeli personel olarak girmişti. GİMA’nın müdürü onu değişik reyonlarda çalıştırmak istiyor. Ama arkadaş ısrarla istihbarat memuru olmak istediğini söylüyor. (İstihbarat memuru, senetle yapılan satışlarda senet sahibiyle ilgili bilgileri araştıran personel) Müdürle satış salonunda ayaküstü arasında şu diyalog yaşanıyor.
”Seni gıda reyonunda değerlendirelim” “Hayır, ben istihbarat memuru olmak istiyorum.”,”Seni deterjan reyonunda değerlendirelim” “Hayır, ben istihbarat memuru olmak istiyorum.”,”Seni parfümeri reyonunda değerlendirelim.”,”Hayır, ben istihbarat memuru olmak istiyorum.” dedikten sonra, “Diken battığı yerden çıkarılır müdür bey” diyor.
Müdür diyaloğun arasında bu sözün ne anlama geldiğini pek kavrayamayıp sinirle odasına çekiliyor. Bir saat sonra çağırıp öfkeyle bağırıyor. “Ben de sana öyle bir diken batırırım ki kimse çıkaramaz.”
Arkadaş şaşkın,”Bu bir atasözüydü müdür bey” diyor. Müdür; “Ne atasözü kardeşim, kompozisyon dersinde miyiz? İş konuşması yapıyoruz” diyor.
4-Doğru kelime kullanmamak kastedilenin çok uzağında bir anlaşılmaya yol açar.
T. Ç Mecliste konuşma yaparken “Sayın milletvekilleri, M.Y. iktidarsızdır.” (İstikrarsız demeye çalışıyor.) demesi kahkahalarla karşılık görmüştür.
5-Kendi ön yargılarınızı öne alıp konuşmak iletişimi ortadan kaldırır.
Reha Muhtar haberleri sunarken telefonla bağlanan adama kızıyor. “Bütün bunları nasıl yaptın ha? Cevap ver.” Adama “bakın efendim şöyle izah edeyim…” diye cevapladığında, Muhtar fırça atmaya devam ediyor.“Sus konuşma, hala utanmadan izah ediyorsun. Cevap versene!”
6-Konuştuğunuz konuda bilgisizseniz doğru iletişim kuramazsınız.
Bir gazeteci Emrah’la röportaj yapıyor. Röportaj esnasında soruyor. “Hayatında hiç Mozart dinledin mi? Emrah cevap veriyor “Valla henüz dinlemedim. Ama Türkiye’ye gelirse mutlaka konserine gideceğim.”
7- Mahalli şive kullanmak farklı bir yörede anlaşılmayabilir.
İki Elazığlı Antalya’ya tatile giderler. Denize girmek isterler ama mayoları yok. Tumanla denize girilip girilmeyeceğini tam kestiremezler. Oradaki birine sorarlar. “Gardaş burada tumanla çimili mi?” karşıdaki anlamayıp öyle aval aval baka kalınca diğer arkadaşı açıklamada bulunur. “Yani arkadaş diyor ki, burada tumanla çimiliyor mu?”
8-Konuşurken uygun üslup kullanmamak iletişimi ortadan kaldırabilir.
Köyde evin birinde elek lazım olur. Anne kızını göndererek komşudan elek almasını söyler. Kız gider komşuya emir kipiyle “Eleği ver” der. Komşu kadında “Elek yok” der. Kız eve gelir annesine “Elek yokmuş” der. Sonra anne gidip komşudan eleği istediğinde komşusu eleği alır ve uzatır. Anne, eleği kızına niye vermediğini sorunca komşu kadın “ Eee komşu, elek istemenin de bir yolağı var” diye konuşur.
9-Kelimeleri doğru bağlamda kullanmak gerekir Aksi takdirde yanlış anlaşılması mümkündür.
Temel İngiltere’ye gider. Acıkınca bir lokantaya girer. Ancak İngilizce bilmediği için menüye bakar, oradan işaret diliyle listeden bir yemeği gösterir. Garson listede gösterilen yemek olarak kabak getirir. Temel kabağı hiç sevmiyor. Etrafına bakınır. Yan masada siparişi nasıl veriyorlar ve ne yemek geliyor. Ona dikkat eder. Yan masada yemek yenmiştir. Adam garsonu çağırır. “repeat please”(ripit piliz-tekrar lütfen) der. Garson ona piliç getirir. Temel demek ki böyle söyleyince piliç geliyor diye garsonu çağırır “ripit piliz” der. Garson gider tekrar kabak yemeği getirir. Temel kızar ve özellikle kendine böyle yapıldığını düşünerek kabağı kaldırır garsona fırlatır. “Ulan başkasının ‘ripit pilizi’ piliç oluyor da bizim ki niye kabak oluyor.”
10-Karşı tarafın algı seviyesine uygun konuşmamak anlaşılmazlığı doğurur.
Yeni kaymakam hevesli köyleri ziyaret ediyor. Bir köyde muhtar onunla ilgileniyor, ağırlıyor. Sonra kaymakam ilkokulu ziyarete gitmiş. Birinci sınıfa derse girmiş. Daha henüz okuma ve yazmayı bile sökememiş öğrencilere “ Kaymakam kime denir?” diye sormuş. Kimseden ses yok. Çocuğun biri parmak kaldırmış. “Muhtarın tavuğunu yiyene kaymakam denir” demiş.
11-Teknik dil kullanmak anlaşılmazlık sebebi olabilir.
Yaşlı kadın boşanma davası açmış, davası reddedilmiş. Kadın reddedilmenin ne olduğunu tam anlayamayınca hâkim açıklamış “ Yani sen boşanamadın, senin boşanmanı kabul etmedim" demiş. Kadın “olur mu hiç hâkim bey” diye itiraz etmiş. Hâkim bu kez “kararı beğenmiyorsan, temyiz edersin” demiş. Kadın hâkime ters ters bakmış sonra “Hee hâkim bey, sen pisle ben temizleyeyim öyle mi?” demiş.
Kişinin kendinden kaynaklanan iletişim bozukluğuna daha çok örnek verilebilir. Doğru iletişim için doğru iletim gerekir.
Unutmayalım mizah iletişimi güçlendirir. Ondan yararlanmak akıllı ve lider insanların işidir.

 MİZAH EĞİTİMİNDEN NOTLAR

1-Canınızı sıkan olayları ‘ti’ye alın.
Necip Fazıl’ın tren istasyonundan öfkeyle döndüğünü görenler sorarlar: “Üstad nedir bu öfkeniz yoksa treni mi kaçırdınız?”
Necip Fazıl: “Ne münasebet” diye kükrer. “Kovdum gitti”
2-Abartı, bir duruma mizah katar.
Bir espri: O kadar zayıftı ki rüzgârlı havalarda dışarı çıkmıyordu.
Bir Fıkra: Bir Palulu Almanya’da bir süre çalıştıktan sonra köyüne döner. Köye lüks bir ev yaptırır. Son model bir araba ve bir traktör alır. Buna ilaveten bir de tır alır, evin önüne çeker. Köylüler merak edip sorarlar:
-Yahu evi oturmak için yaptırdın. Arabayı gezmek ve işlerini yapmak için, traktörü tarla işleri için aldın. Peki, bu tırı niye aldın? Bunu evin önüne çektin, onu hiç kullandığını da görmedik.
Palulu cevap vermiş:
-Hacettir, evde bulunsun.
3-Mizahi bir kitap ve dergi okuyun. Bir komedi izleyin. İçinizi ne kadar mizahla doldurursanız, dışınızda o kadar mizahi olay görürsünüz.
Bir yeteneğin gelişmesi o alanda çalışmanıza bağlıdır.
Bir gün Sokrates’e öğrencisi “Ben de filozof olmak istiyorum” der. Sokrates “Olabilirsin. Peki, filozof olmayı ne kadar istiyorsun? diye sorar. Öğrenci “Hocam ne kadar istemem gerek “ der.
Sokrates yerinden kalkar, öğrencinin başını orada bulunan su dolu kovanın içine bastırır. Öğrenci biraz zorlandıktan sonra da başını kovadan çıkarır.
Öğrenci kızar “Hocam niye yaptınız bunu? Nerdeyse boğulacaktım” Sokrates sorar: “Başın kovanın içindeyken neyi düşündün. Sadece bir nefes almayı düşündün değil mi?” “Evet” der öğrenci “Sadece nefes almayı düşündüm.” Sokrates devam eder “İşte felsefeyi de böyle düşünürsen filozof olabilirsin.”
4-Bir mizah günlüğü tutun. O gün eve geldiğinizde sohbetinizde geçen komik bir sözü veya geçen komik bir olayı deftere yazın. Başkasının anlattığı bir komik olayda olabilir. Ya da canınızı sıkan bir olayı komikleştirerek yazın.
Örneğin “Bu gün yazdığım bir yazıyı amirim kırmızı kalemle çizmiş, lale bahçesine döndürmüş oysa ben papatyaları çok seviyorum. Ey amirim! Senin de bu lale devrin bir gün bitecek” gibi olayı komikleştirebilirsiniz.
5-Sözcüklerle oynayarak sözlükte bulunmayan sözcükler üretebilirsiniz.
Çek ve kof sözcüğünü birleştirip “çekof “ yapabilirsiniz, karşılığı olmayan çek anlamında.
Yasa ile asalak sözcüğünü birleştirip “yasalak “ yapabilirsiniz, yasaların boşluğundan yararlanarak geçinip giden kişi anlamında.
6-Geçmişte yaşanmış ama içten içe sizi rahatsız eden bir olayın komik yanlarını bulmaya çalışabilirsiniz.
Örneğin, size sıkıntı veren bir amiri anlatırken “ O kadar karanlık bir ruhu var ki, odamızdan çıktığında odamız pırıl pırıl aydınlanıyordu. Hani şeytan görsün yüzü diyeceğim ama şeytana acıyorum. Öldüğünde kesinlikle mezar taşına şunu yazacaklar: ‘Ne kendisi etti rahat, ne kimseye verdi huzur/Yıkıldı gitti dünyadan dayansın ehli kubur’
7-Günlük hayatta sık karşılaştığımız olayların veya durumların gülünç yanını görebilirsiniz.
Örneğin memurların kalemliklerindeki kalemler yazmazlar. Birkaç komik sebep bulalım.
a)Memurların önemli bir evraka imza atacakken, imzadan yararlanacak kişiye “Kalem yazmıyor yazması için kaleme yatırım yapmanız gerek” demek içindir.
b)Kalem de devlet memurunun tamamlayıcı parçasıdır, o da devlet memuru gibi çalışacaktır.
c)Sanki her kitap okunuyor mu ki her kalem de yazsın. Kim görevini tam yapıyor ki!
8-Arkadaşlarınızla bir mizah grubu oluşturabilirsiniz. Ben her gün “Emekli Mehmet Efendi’den nükteler ile Bir Ders Bir fıkra” başlığı altında yazılarımı facebook üzerinden paylaşıyorum. Sizlerde başınızdan geçen komik olayları ya da olayların komik yönlerini yazarak paylaşabilirsiniz. Böylelikle her gün yüzünüzde mutlaka bir tebessüm olacaktır.
Emekli Mehmet Efendiye sormuşlar:
-Her gün gülmek caiz mi?
Emekli Mehmet Efendi cevap vermiş:
-Valla bu sorunun cevabını benden önce Moliere vermiş “İnsan güldüğü kadar insandır.”
9-Öğrendiğiniz bir fıkrayı ya da başınızdan geçen komik bir olayı arkadaşınıza anlatınız. Öğrenmenin bir yolu da öğretmekten geçer.
Bir fıkra: Terzi prova yaparken sordu: “Hanımefendi bluzünüz fermuarlı mı olsun?”
Hanımefendi “İstemem istemem sinemada açılırken çok ses çıkarıyor.” Dedi. Bu kez terzi “Öyleyse çıt çıt koyalım hanımefendi, açılırken seyirciler ayçiçeği çitlediğinizi sanırlar.”
10- Bir olayın gülünç yanlarını görebilmek için onu ilgisiz bir şeye benzetiniz. Ya da bir komedyen bir mizah yazarı onu görseydi onu nasıl nitelendirirdi diye düşününüz.
Örneğin bir balıkla bir fil arasında ne benzerlik vardır? İkisi de kavağa çıkamaz. Muzır esprileriyle ünlü komedyen bir hamsiyle bir afrodizyak arasında bağlantı kurup hamsiyi kalkan balığına dönüştürebilir.
Mizah hayata daha sevecen ve iyimser bakmamızı sağlar. Japonlar “Gülmek en iyi ilaçtır” diyorlar. Aynı zamanda bilinmelidir ki mizah ruh sağlığı açısından çok yararlı bir gıdadır. Yalnız şu var ki eğitimini almadan bu gıdanın önemini ve yararını tam bilemezsiniz.