24 Ağustos 2018 Cuma

DİNÎ İNANIŞ MI SEKÜLER ANLAYIŞ MI? NEREDESİN AHLÂK?


Son zamanlarda yayımlanan ve popüler kitaplarda   siyasi güç üzerinden ahlaki dejenarasyon işlenmektedir.
Ahlakı din kökenli ahlak ve seküler ahlak olarak ikiye ayırıp sonra siyasi gücü nirengi noktası kabul ederek birinin doğruluğuna karar vermek beraberinde bir çok yanlışı getirir. Çünkü ahlak bu ikili ayrıma sığmayacak kadar geniş olup sadece siyasetle test edilerek, doğrulanacak bir olgu değildir.
Ahlaki yozlaşmanın köklerini sosyo kültürel yapının içinde aramak gerekir. Toplumsal zihniyetin elverişli olmasıyla yozlaşma, bir virüs gibi yayılır. Sosyo kültürel yapıya ayna tutmak kolay değildir. Çünkü böyle bir durumda eleştirdiğimiz konunun içine kendimizi de almak gerekir. Oysa tüm günahı siyasi bir kuruma yüklediğimizde, kendimizi temize çıkarır muhalif olduğumuz siyaseti dileğimiz gibi kötüleyecek kolaycı ve ucuz bir yol seçmiş oluruz.
Sosyo-kültürel zeminde ahlaki yozlaşmanın benim penceremden şu tespitleri yapabilirim.
1-Doğruları bildiğimiz halde yapmıyoruz. Neden yapmadan sorusuna karşılık ise cevabımız hazırdır. “Teori başka, pratik başka” bu durum berbareinde iki yüzlülüğü getiriyor. Doğruyu bildiği halde yapmayan kişi kendi kendine karşı çifte standartlıdır. Doğruları nutuk atarken, sohbet ederken, yazarken kullanmak ama hayatımızda uygulamamak ahlaksızlığın önemli nedenlerindendir. Bu durum riyakarlıktır.
2-Bilinçaltında kodladığımız ve bizde utanç duygusunu ortadan kaldıracak basma kalıp atasözlerimiz vardır. “Bal tutan parmağını yalar.” “Çeşme akarken testini doldur.” “Rüzgar varken harmanını savur.” “Gemisini yürüten kaptan” “Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” “Yalandan kim ölmüş” gibi sözler opürtünist, çıkarcı, fırsatçı davranmayı bir akıllılık bir uyanıklık olarak gibi göstermektedir Bu durumda doğru ve dürüst olmak saflık,budalalık aptalık olarak algılanacaktır.
3-Sadece hafızaya yönelik eğitim en kutsal değerleri bile ezberletmekte ancak felsefi olarak irdelenip bir mantıkla içselleşmemektedir. Ahlaki ilkeler bir nasihat tarzında olup muhakememize zekamıza işlenmiyor emanet cümleler olarak kalıyor. Arka planında muhakeme ve zeka olmayan kavramların içi boşaltıldığında kişiler farkına varmıyor. Zihinde, yürekte kökü kalmayan doğruluk, dürüstlük, erdem gibi kavramlar sadece dillerde dolaşmaktadır.
Sokrates “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez” demekle hayata dair kavramların irdelenmesi üzerinde durmuştur. Ezberci bir anlayışla öğrenilen şeylerin hayata bir anlam katmadığını ifade etmiştir.
4- Yunus Emre “Bu dünya dopdolu kalleş/Her birinden bir taş gelir” derken Toplumda yaygın olan arkadan vurma, arkadan konuşma, pusu kurma, kumpas kurma gibi kalleşçe gibi ahlaksızlıktan yakınmıştır.
Çetin Altan bir yazısında doğu toplumlarında pusu kültürü, batı toplumlarında duello kültürünün yaygın olduğunu belirtmişti. Pusu kültürü gizli ve arkadan duello kültürü açık ve önden yapılan bir mücadele biçimidir.
Batı toplumu kalleşliği hoş görmemiş, Sezar’ı arkadan vurarak ölümüne sebep olan Brütüs’ü kötülüğün, kalleşliğin simgesi olarak olarak etiketlemiştir.
5-Bir toplumun ahlakını ölçmek için o toplumda hangi rol model yani örnek alınan kişiler kimlerdir ona bakmak gerekir. Bir toplumda bilgili, kültürlü, şerefli, erdemli insanlar mı daha çok itibar görüyor ya da bu özelliklere sahip olmayan zengin, makam sahibi, şöhret sahibi insanlar mı itibar görüyor? Eğer bazı değerler bir yerde saygı ve itibar görmüyorsa oradan göç eder. Ya da yaşayamaz orada ölür.
Rol modellerini ahlaki değerlerden yoksun ama egemen, zengin insanlardan seçen toplumlar ahlaki yozlaşma konusunda kimseyi suçlamamalıdır.
Seneca (MÖ 4-MS 65) bir rivayete göre Neron’a karşı düzenlenen bir suikast girişimine onun da adı karıştığı için, İmparator tarafından ölüm emri verildi. ölüm seçeneği sunulan ancak vasiyetname için zaman verilmemiş olan Seneca Eşine ve çocuklarına şöyle demiş. “Üzülmeyin, size maddi zenginliklerden daha değerli bir şey olan şerefli ve erdemli bir hayat bırakıyorum”
Şerefli ve erdemli bir hayat gibi zenginliği günümüzde kim istiyor düşünmek gerek.
6-Ahlak konusunda semavi dinler veya evrensel değerler gibi aklı selim insanlarca doğruluğu üzerinde genel kabul görmüş ilkeler yerine siyasi ölçütleri kullandığımızda tüm değerler alt üst olmaktadır.
Bir şey ahlaken ya da din tarafından yanlış bulunduğu halde egemen siyasetçilerce yapıldığı takdirde adeta toplumsal bir meşruiyet kazanmaktadır.
Geçmişimizde siyaseten katl diye bir müessese var. Fatih Sultan Mehmet yayımladığı bir fermanda “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem için katletmek münâsibdir” demiştir.
Bir toplumun aşırı politize olduğu ve egemen siyasetçilerce yapılan her şeyin toplumca kabul gördüğü yerde ahlaki ilkelerden bahsetmek güçtür.
7-Bucle “Toplum suçu hazırlar suçlu işler” der. Yıkılanı tepeleyen, yukarı çıkanı alkışlayan bir toplumda zimnen güçlü olan her zaman haklı anlamına gelir.
Önemli göreve gelenlere uzun sürelerde kutlama ziyaretleri olur. Herkes bir yakınlık kurmaya,çalışır.
Bir gün önemli bir göreve gelen arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Odası çiçek dolmuştu. Sekreterin odası da dolmuştu. Bir kısım çiçekleri de koridora koymuşlardı. O an şunu merak ettim. Bu kişi görevden alınınca acaba kaç kişi gelip ziyaret edecek ya da o haline duygudaşlık yapacaktır. Bir düşmeye gör. “Yıkılan ağaca balta vuran çok olur”
Velhasılı kelam ahlaki yozlaşma toplumun kültürel ortamı elverişli ise ivme kazanır. Siyaset bu kültürün unsurlarından biridir tamamı değil.

23 Ağustos 2018 Perşembe

DOĞRU ANLAMLANDIRMAK

DOĞRU ANLAMLANDIRMAK
Marquez’in oğlu Rodrigo Garcia İngiltere’de okumaktadır. İngiliz edebiyat öğretmeni öğrencilere Marquez’in “Albaya Mektup Yok” isimli romanını okumalarını istemiş, ayrıca kitabın kapağındaki “horoz” resminin ne anlama geldiğini sormuş.
Öğrenciler, horoz resminin devrimi simgelediğini söylemişler. Horozla devrim, devrimciler üzerine bağlantılar kurarak açıklamalar yapmışlar.
Marquez’in oğlu ise “Hiçbir şey ifade etmiyor. Bildiğiniz horoz kafası işte” diye cevap vermiş. Marquez’in oğlu olduğunu bilmeyen edebiyat öğretmeni Rodrigo Garsia’ya hem kızmış hem de zayıf not vermiş.
Rodrigo durumu babasına bildirmiş. Marquez okula bir mektup göndermiş, mektupta durumu açıkladıktan sonra, “ Kitabın kapağını hazırlayan kişi nasıl bir devrimcilik buldu, nasıl bir kanıya vardı da bunu kapağa yansıttı gerçekten bilmiyorum. Kitabı dikkatli okusaydı eğer horoz başının romanın sonunda albayın çorbasında yüzdüğünü öğrenecekti” demiş.
İdeoloji, siyasi düşünce insanlarda ön yargı oluşturmakta, ön yargı referansıyla yapılan değerlendirmeler ise yanlış olmaktadır.
Bu durum benim de görev alanımla ilgi bazı çağrışımlara yol açtı.
“Dinleyin ki öğrenesiniz” sözüme, “bize cahil demek istiyorsun” diye karşılık öğrenciler var.“Ezberci bir eğitimle ülke gelişmez,” sözümü “Siz ülkemizi kötülüyorsunuz” diye karşılık veren öğrenciler var. Birçok sözümü şerhetmek zorunda kalıyorum.
Acaba "bende mi bir sorun var" diye düşünürken, eğitimle ilgili olarak geçen yıllarda ajanslara düşen haber konuyu açıklıyor sanırım.
“Üç yılda bir yapılan ve uluslararası eğitim ölçme
değerlendirme sistemi olarak adlandırılabilecek PISA (The P rogramme for I nternational S tudent A ssessment) 2012 sonuçlarına göre; Türkiye 65 ülkeden 15 yaşındaki öğrencilerin katıldığı araştırmada, matematik, fen ve okuma-anlama beceri düzeyleri konusunda OECD ortalamalarının gerisinde kaldı. Genel ortalama olarak 45. Sıradayız. Okuduğunu anlama bizde ciddi bir sorun.”
Okuduğunu anlamakta zorluk çeken, dinlediğini doğru değerlendirmekte zorluk çeken bir nesille karşı karşıyayız.
Cahillerin en tipik özelliği, kişilerin cehaletini fark etmemesi, kabul etmemesi ve tepkisel özellik göstermesidir.
Eğitimi yeniden gözden geçirmemiz şart. Aksi takdirde bu insan kalitesiyle ne huzur, ne refah ne de gelişmişlik kaydedemeyiz.

SİHİRLİ MÜHÜR

SİHİRLİ MÜHÜR
Yaşlı bir müfettişle sohbet ederken şöyle söylemişti. “Müfettiş üç Ç bir M ye dikkat etmelidir.” Sihirli bir formül gibi kısaltılmış bu harfleri açmasını istemiştim. Devam etmişti. “Bir müfettiş Çantasına, Çekine ve Ç.küne dikkat etmeli. Ha bir de Mührüne” diye tamamlamıştı.
Müfettişin biri mührünü kaybetmiş. Ancak nerede kaybettiğini hatırlamıyor. Kurul Başkanlığına dilekçe vermiş. Dilekçede, “İzmir’e teftişe gittiğimde Alsancak’tan Karşıyaka’ya vapurla geçerken çantamdaki evraklara gözatayım diye düşündüm. Ancak evrakları çantadan çıkarırken içindeki mühür sıçrayarak denize düştü. Arzederim” diye bildirimde bulunmuş.
Daha sonraki bir zaman diliminde bahse konu mühür kurum içinde bulunarak Kurul başkanlığına teslim edilmiş. Kurul Başkanı müfettişe gönderdiği yazıda şöyle demiş. “İzmir’de denize düşen mühür, bu sabah Ankara kıyılarında sahile vurmuştur. Gelip mührü teslim almanız rica olunur.”

NEREDEN BİLİYORSUN?

NEREDEN BİLİYORSUN?
İlkokulda din dersi öğretmeni ders anlatıyordu. Ders esnasında birden bire hapşırdı. Öğrenciler hep bir ağızdan “Çok yaşa öğretmenim!” dediler.
Din dersi öğretmeni biraz da kızgın bir ifadeyle, “Allah'ın işine karışmayın. İnsanın nefesi sayılıdır. Allah, ‘çok yaşa’ demenizle nefes sayısını artırmaz” dedi.
Kısa bir sessizlik oldu. Öğrencinin biri söz aldı: “Nereden biliyorsunuz öğretmenim. Allah sizi muhasebeci mi tuttu?”dedi.

HUKUKİ VECİZELER

HUKUKİ VECİZELER
İnsanlık, tarih boyunca tecrübelerini söze dökerek kural haline getirmiştir. Bunların bir kısmı hayatın verdiği derslerden, bir kısmı ise ilahi buyruklardan oluşur. Anonimleşmiş hukuki vecizeler özellikle yazılı kuralların çok yaygın olmadığı dönemlerde bir çeşit atasözü gibi insanlara yol gösterici rol oynamıştır.
Aşağıda paylaştığım, bir kısmı Mecelle’den bir kısmı ise kadim kültürlerden ve Roma Hukuku ilkelerinden süzülüp gelen sözler, bizim için hala yol gösterici ışıklı levhalar gibi yolumuzu aydınlatıyor.
.
Bunlar insanlığın ortak tecrübeleridir. Hukukçu olmasanız bile bu genel kurallarla bazı şeyleri anlamanız ve çözmeniz mümkündür. Bu sözler insanları belli bir şekilde davranmaya yöneltmektedir. Karar verirken, davranırken işimizi kolaylaştırmaktadır.
MECELLE'DEN
Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.
** **
Zamanların değişmesiyle, hükümlerin de değiştiği inkar edilemez.
** **
Sükut edene bir söz nisbet edilmez, lakin hacet (konuşması gereken yerde) anında sükut beyandır.
** **
Batınî işlerde bir şeyin delili, o şeyin makamına kaimdir. (işin gerçeğinin bilinemediği durumda görünüşe ile hükmolunur.)
** **
Tevehhüme itibar edilmez. (Vehimle hareket edilmez, doğru ve gerçekçi düşünce gerekir.)
KADİM KÜLTÜRLERDEN VE ROMA HUKUKUNDAN
Olaya gerçekleştiği andaki hüküm uygulanır.
** **
Herkese kendini savunma imkanı tanınmalıdır.
** **
Benzer durumları eşit biçimde hükme bağlamalıdır.
** **
Olaylar varsayılmaz, kanıtlanır.
** **
Kuşkulu durumlarda özgürlüklerden yana olmalıdır.
** **
Haksızlık haksızlığı mazur göstermez.
** **
Hukukun ilkeleri şunlardır: şerefli yaşa, kimseye zarar verme, herkese hakkını ver.
** **
Kimse hukuksal korunmadan mahrum edilemez.
** **
Çağrılmaksızın ve dinlenilmeksizin kimse mahkum edilemez.
** **
Kimse kendi davasında yargıç olamaz.
** **
İyi şeyler gerçekleşsin diye kötü şeyler yapma.
** **
Hukuk iyilerin ve doğruların sanatıdır.
** **
Herkese hakkını tanımak adaleti sağlar.
** **
Toplum olan yerde hukuk da vardır.
** **
Anlaşmazlıkların sona ermesi toplumun yararınadır.
** **
Toplum, başvurulması kaçınılmaz bir hukuk kaynağıdır.
** **
Hukuk adaleti hedef alır.
** **
Kanun önemsiz şeylerle uğraşmaz.
** **
Dünyanın yıkılmaması için adalet sağlanmalıdır.
** **
İyi niyet karinedir.
** **
Kanunun yasak etmediğini dürüstlük yasak eder.
** **
Kamu hukuku kişilerin anlaşmasıyla değiştirilemez.
** **
Kanun geriye değil, ileriye yönelir.
** **
Sonraki kanun öncekini yürürlükten kaldırır.
** **
Kanunun lafzından uzaklaşılmamalıdır.
** **
Bir kanunun kelimelerine dayanarak kanunun amacından ayrılan kimsenin kanunu ihlal ettiği kesindir.
** **
Mantığı kanunun ruhudur, kanunun mantığı değişirse kanun da değişir.
** **
Kanun amaçlarına uygun olarak yorumlanmalıdır.
** **
Bir kanunun amacı ortadan kalkarsa, kanun da kalkmalıdır.
** **
Çoğu yapmasına müsaade edilen kimse azı da yapabilir.
** **
Hakkaniyet kanundan sonra gelir; kanunun çözüm getiremediği durumlarda hakkaniyete bakılır.
** **
Hiç kimse dava açmaya zorlanamaz.
** **
Mahkeme kararı etkili olmalıdır, uygulanmalıdır.
** **
Bir talep hakkı olmaksızın dava açan kimse mahkemenin eşiğinden geri döner.
** **
Cezalandırmama daima daha kötü fiillere davetiye çıkarır.
** **
Cezaevinin kapısını ancak kanun açar.
Bu sözlerin bizde atasözü olarak hep karşılığı vardır. Başka bir yazıda bu konuyu inceleyeceğim.

BİRBİRİNE KARIŞTIRDIĞIMIZ KAVRAMLAR

BİRBİRİNE KARIŞTIRDIĞIMIZ KAVRAMLAR
Etik-Ahlak
Çoğu zaman günlük hayatta etik ve ahlak kavramlarını birbirinin yerine ikame kavramlar olarak kullanırız. Oysa bu iki kavram birbirinden farklı anlam taşır.
Etik Fransızca bir kelimedir. Töre bilimi, çeşitli meslek gruplarının uyması gereken davranışlar bütünü, ahlak felsefesi anlamlarında kullanılır.
Ahlak ise Arapça bir kelimedir. Bir kişinin toplum içinde uyması gereken davranış biçimleri ve kuralları ile, huy, karakter anlamlarında kullanılır.
Günümüzde kullanılan, “Senin bu yaptığın etik değil” klişesinde etik doğru anlamıyla kullanılmamaktadır. Burada “Senin bu yaptığın ahlaki bir davranış değil” demek gerekir.
Mevhum-Mefhum
Mevhum Arapça’dan dilimize geçmiş bir kelimedir. Vehim kökünden türetilmiştir, Mevhum; gerçekte olmayıp var sanılan, sanal, var diye düşünülen, kuruntuya dayanan anlamında kullanılır.
Mefhum, dilimize Arapça’dan geçmiş bir kelimedir. "Fehim" kökünden gelir. Anlayış, kavrayış anlamındadır. Mefhum kelimesine karşılık olarak kavram kelimesini kullanıyoruz.
Mevhumla mefhumu birbirine karıştırmak ciddi anlam bozukluğuna yol açabilir.
Dava-Mahkeme
Dava; korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurmadır. Dava açmak, davaya bakmak, davayı kazanmak, davayı kaybetmek gibi çeşitli şekillerde dava kavramını kullanırız.
Mahkeme ise yargı mensuplarının yargı görevini yerine getirdikleri yerdir. Yargı evidir. Mahkeme kavramını yargının yapıldığı yer, bina anlamında kullandığımız gibi yargılama anlamında da kullanmaktayız.
Günlük hayatta çoğu zaman çok zaman dava yerine mahkeme kavramını kullanırız. Bu durum anlam bulanıklığına yol açar. Örneğin “Sana karşı mahkeme açarım” olmaz. Burada mahkeme yerine dava olması gerekir.
Mahkeme-Muhakeme
Mahkeme; yargı mensuplarının yargı görevini yerine getirdikleri yer. Yargı evidir.
Muhakeme ise yargılama kavramına karşılık olarak kullanılmaktadır. Bu kavramı muhakeme etmek, muhakeme usulü gibi değişik şekillerde kullanılırız.
Çoğu zaman mahkeme ile muhakeme kavramları birbirine karıştırılmaktadır. Örneğin mahkeme açmak tabiri kullanılamaz. Muhakeme açmak denilebilir. En doğrusu dava açmak tabirini kullanmaktır.
Dava dilekçelerinde sonuç kısmında “vekalet ücreti ile mahkeme masraflarının karşı tarafa yükletilmesine” şeklinde talep olur. Buradaki ifadenin mahkeme masrafları değil, muhakeme masrafları ya da yargılama masrafları şeklinde olması gerekir. Yoksa mahkemenin bina masrafları vs. de anlaşılabilir.
Maiyet-Mahiyet
Maiyet, üst görevlinin yanında bulunan kimseler, alt kademedekiler anlamındadır. Yüksek makamlı bir devlet memurunun yanında görev yapan memurlara maiyet memuru denmektedir.
Mahiyet ise nitelik, vasıf, öz, asıl, esas anlamındadır.
Günlük konuşmalarda ve yazışmalarda bu iki kavram çoğu zaman birbirine karıştırılır.
Mahzur-Mahsur
Mahzur sakınılacak, yön, sakıncalı dilimize Arapça'dan geçmiştir. Kelimenin kökü "hazer", yani çekinme, sakınma anlamındadır.
Mahsur da dilimize Arapça’dan geçmiştir. Muhasara edilmiş, kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş anlamındadır. Kelimenin kökü “hasr” dan geliyor. Çoğu zaman bir yerden çıkamamak, kuşatılmak, sarılmak olarak kullanılır.
Şifaî-Şifahî
Şifai; bedensel veya ruhsal bir hastalığın son bulması, hastalıktan kurtulma ve iyileşmeye ilişkin bir kavramdır.
Şifahi Arapçadan dilimize geçen bir kavramdır. Kavramın kökü Arapça “şifah” tan (ağız) gelir. Şifahînin Türkçe karşılığı sözlüdür.
Günlük hayatta farkında olmadan şifahi yerine şifai kavramı kullanılmaktadır. Anlamları birbirinden tamamen farklıdır.
Sayesinde/Yüzünden/Nedeniyle
Bu kelimeleri birbirinin yerine ikame kelimeler olarak kullanırız. Oysa “sayesinde” olumlu bir durumu ifade ederken, “yüzünden” kelimesini olumsuz bir durumu anlatırken, “nedeniyle” kelimesini objektif bir sebep sonuç ilişkisini açıklarken kullanmamız gerekir.
Örneğin “ Alinin sayesinde sınavı kazandım” Alinin yüzünden başım derde girdi” “Aşırı kar yağışı nedeniyle yollar kapandı” gibi.

DİLİMİZ Mİ DÜŞÜNCEYİ DOĞURUYOR, DÜŞÜNCEMİZ Mİ DİLİMİZİ?

DİLİMİZ Mİ DÜŞÜNCEYİ DOĞURUYOR, DÜŞÜNCEMİZ Mİ DİLİMİZİ?
Soru çok felsefi bir soru. Her iki tezi de doğrulayacak bir çok kanıt getirmek mümkündür. Ancak kelimelerin iki önemli işlevi vardır. Kelimeleri bir konuyu, düşünürken, anlamlandırırken ve hayal kurarken kullanıyoruz. İkincisi iletişim kurarken kullanıyoruz. Konuşurken, sohbet ederken, tartışırken, yazarken. Dolayısıyla düşünceyi oluşturmakta ve bunu başkasına aktarmakta kelimeleri kullanıyoruz.
Kelimeleri üretenler aynı zamanda bizim düşüncelerimizi de formatlıyorlar. Biz bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu kullanılan kelimeye göre algılıyoruz.
İlginç bir örnek vermek istiyorum. Çocukluğumda hakaret kastıyla “kerhaneci” kelimesi sık kullanılırdı. Şimdi bu kelime hayatımızdan kalktı. Çünkü kelimeyi değiştirerek kötü bir algıyı normal algıya dönüştürdüler.
Kerhane kelimesinin, Farsça’daki “kâr-hane” yani kâr getiren işyeri, fabrika anlamına gelen kelimeden geldiği düşüncesi doğru değildir. Kelime esas Arapça iğrenme tiksinme anlamında kullanılan “kerh” kelimesine Farsça hane kelimesi eklenerek “kerhhane” olmuştur. Kelime telaffuz kolaylığı açısından söylene söylene “kerhane” şeklini almıştır.
Kelime tiksindiri, iğrendiri ev anlamına gelen "kerhane" düşünce dünyamızda olumsuz bir anlam ifade ederken daha sonra önce “umumhane” sonra da “genelev” şekline dönüşerek herkesin yararlanabileceği ev anlamında kullanılmaya başlamıştır. Kelime bu şekilde normalleşince artık geçmişteki “kerhaneci” kelimesi de rafa kalkarak hakaret olmaktan çıkmıştır.
Hatta genelev patronu Matild Manukyan bu ülkede vergi rekortmeni olmuştur. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” sloganımız uyarınca da, yaptığı bu iş karşılığında kutsal bir kişilik kazanmıştır.
Görüldüğü gibi kelimeler düşüncelerimizi değiştirmektedir.Kelimelerle düşüncelerimizi nasıl değiştirdikleri aşağıdaki iki örnekle açıklamamız mümkündür.
Bir zamanlar ekonomik açıdan zayıf olan ülkelere “az gelişmiş ülkeler” ya da “üçüncü dünya ülkeleri” şeklinde etiket konurken, daha sonra bu ülkelerde yaşayan insanlar kendilerini kötü hissediyor diye kavram yumuşatılarak “Gelişmekte olan ülkeler” şeklinde değiştirilmiştir. Bu tanımları yapanlar bizim düşüncemizi de formatlayan egemen ülkelerdir.
“Kredi kartı” kavramı da bu konuda tipik bir örnektir. “Kredi kartı” sevimli çağdaş bir kavramdır. Oysa işlevine baktığımızda bu bir “borçlanma kartı”dır. Ama “borçlanma kartı” dediğimizde kelime sevimli olmaktan çıkar. Bizi borçlanma durumunu düşünmeye sevkeder. Oysa “kredi kartı” size verilen bir lütuf gibi algı oluşturmaktadır.
Velhasılı kelam kullandığımız kelimelere dikkat edelim. Çünkü kelimeler bizim düşünce yapımızı oluşturuyor. Bu kelimeleri üretenlere de dikkat edelim. Çünkü onlar bizim düşüncelerimizi formatlayıp bizi yönetiyorlar.

DOĞRU SANDIĞIMIZ YANLIŞ SÖZLER

DOĞRU SANDIĞIMIZ YANLIŞ SÖZLER
Gün içerisinde ağzımızdan çıkan kelimelerin farkına bile varmıyoruz. Kullandığımız cümlelerin çoğu yanlıştır. Bunların büyük çoğunluğu kavramları bilmemekten doğuyor. Ses benzerliği nedeniyle yanlış kavramları kullanıyoruz.
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Karadeniz'in bir köyünde tarihi özelliği de olan bir caminin restorasyonu için müftülük karar alır. Caminin imamına bildirir. Halkın yardım yapması da istenir.
İmam Cuma günü bu durumu cemaate bildirip yardım talep eder. Ancak restorasyon kavramını tam bilmediği için cemaata şöyle der:
-Ey cemaati müslümin, camimize restoran yapılacaktır. Yardımlarınızı esirgemeyin Allah yardımınızı kabul eylesin.
Cemaatten sesler yükselir.
-Camiye restoran mı açılırmış? Böyle iş mi olur?
Homurdanma karşı çıkma şeklinde sesler gürültüye dönüşmüş,
Hoca yüksek sesle bağırmış:
-Arkadaşlar niye karşı çıkıyorsunuz, Bu restoran içkisiz olacaktır.
Aşağıdaki sözlerde de ses benzerliği nedeniyle yanlış söylediğimiz sözler vardır.
1. Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz
Annelerimizin bizlere altını çizerek söylediği bir cümledir. Ne yazık ki yanlış.
"Ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz" olması gerekmekte.
Ane: Bağdat yolu üzerinde bir uçurumun ismidir.
Yar: Uçurum
2. Su küçüğün, söz büyüğün
Küçük yaşlarda bizlere büyüklerimiz tarafından söylenen bir atasözüdür ama onlar da doğru bilmiyormuş.
Atasözünün ilk hali Oğuz Türkçesinde "Söz ulunuñ su kiçiniñ" olarak kullanılırdı.
Büyüklere olan saygıyı vurgulamakta olan cümlenin aslı; "Sus küçüğün, söz büyüğün" olmalıdır
3. Görmemezlikten gelmek
Kimse görmemezlikten gelmemiştir. Bizler insanları sadece görmezden gelebiliriz. Bu da doğru bir şey değildir.
Doğrusu "görmezden gelmek" olmalıdır.
Görmezden gelmek: farkında değilmişcesine davranmak.
4. Eninde sonunda
Bizler bu cümlede "er ya da geç" olarak anlıyoruz. Halbuki bu cümle "İyiden iyiye, iyice, oldukça" manasındadır.
Doğrusu "önünde sonunda" olmalıdır
5. İnce eleyip sık dokumak
Bu cümle genellikle bizlere nasihat edildiğinde kullanılır. Yine yanlış kullanılmaktadır.
Doğrusu "İnce eğirip sık dokumak" olmalıdır
Eğirmek: Yün, pamuk gibi şeyleri iğ ile büküp iplik durumuna getirmek.
6. Göz var nizam var
Doğrusu "göz var izan var" olmalıdır.
Nizam: Düzen, tertip, kural, kanun
İzan: Anlayış, anlama yeteneği.
7. Kısa kes Aydın havası olsun
Yanlış kullanılmakta olan bir cümle.
Aba: Kumaştan yapılma üstlük giysi.
Bu cümle ile ilgili bir hikayede şöyle anlatılmaktadır:
Balıkesir, eskiden en güzel aba kumaşlarının dokunduğu bir yermiş. Günlerden bir gün Balıkesir'e yolu düşen bir adam, buranın meşhur aba kumaşından bir elbiselik almış, memleketine götürmüş. Elbise diktirmek için doğru terzisine gitmiş. Terzi, adamın ölçüsünü aldıktan sonra:
- Bu aba hem üstlük hem de şalvar dikmeye yetmez, deyince tepesi atan müşteri kızgınlıkla terziye bağırmış:
- Yahu nasıl yetmez? Etekleri kısa olsun, kısa kes Aydın abası olsun,demiş.
Bu söz, dükkanda bulunan diğer müşterilerin de çok hoşuna gitmiş ve dilden dile dolaşır olmuş.
8. Hatasıyla sevabıyla
Bu cümle yanlışlarıyla doğrularıyla anlamına gelmektedir. Sevap kelimesini kullanınca farklı anlama gelmektedir.
Doğrusu "Hatasıyla savabıyla" olmalıdır.
Savab: Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst.
9. Saatler olsun
Bizlerin yıkanan veya yeni tıraş olanlara söylediğimiz nezaket sözüdür. Ne hikmetse onu yanlış kullanmaktayız.
Doğrusu "Sıhhatler olsun" olmalıdır.
Sıhhat: Sağlık, esenlik anlamını taşır.
10. Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü
Büyüklerimizden duyduğumuz bir sözdür ama hatalı bir şekilde kullanılmaktadır.
Doğrusu "Zürefanın düşkünü, beyaz giye kış günü" olmalıdır.
Zürefa: kibarlar nazikler
Zarif kelimesinin çoğul halidir. Daha önce iyi bir durumda olan bir kişi, bu konumunu kaybettiğinde uygun olmayan, yersiz davranışlarda bulunur.
11. Aptala malum olurmuş
Abdala malum olurmuş cümlesi bir şeyin olacağını önceden sezen kimseler için söylenen bir sözdür.
Aptal: Zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak, alık salık.
Abdal: Kimseye kötülüğü dokunmayan iyi niyetli kimse, gezgin derviş.
12. Şok olmak
Birdenbire şaşırmak, hoşa gitmeyecek bir şeyle karşılaşmak anlamına gelmektedir. Nesil bu şekilde kullanmıyor tabii ki.
AYY BEN ŞOK!! ya da AYY BEN İPTAL!! olarak kullanmaktayız.
Doğrusu "Şoke olmak" olmalıdır.
13. Ateş olsa cürmü kadar yer yakar.
Genelde kısa boylu kişilere söylenen bir cümledir. Kişinin en fazla kendi boyutu kadar zarar vereceğinden bahsedilir.
Doğrusu "Ateş olsa cirmi kadar yer yakar" olmalıdır.
Cirim: Hacim, sınır, çevre
Cürüm: Suç
14. Sıfırı tüketmek
Zafiri, nefes, soluk anlamına gelmektedir. Nefesinin tükenmesi dolayısıyla ömrün bitmesi. Ölmek anlamında da kullanılır.
Doğrusu "Zafiri tüketmek" olmalıdır.
Sıfır: Kendi başına değeri olmayan, ondalık sayı sisteminde sağına geldiği rakamı on kere büyüten işaret

HÜKMEDEN RÜZGÂR

HÜKMEDEN RÜZGÂR
Duruşma karar aşamasına gelmişti. Hâkim artık karar verecekti. “Yaz kızım” dedi. “Gereği düşünüldü.”
Uygulanacak kanun metinleri yazıldı. Sonra hâkim düşünmeye başladı. Mübaşire kapıyı ve pencereleri açmasını söyledi.
Kapı ve pencereler açılınca içeridebir esinti oldu. Sessizlik devam ediyordu.
Davacı avukatı sordu: “Neyi bekliyoruz hâkim bey!”
Hâkim kapıya ve pencerelere baktı, esintiyi hisseder gibi oldu. Sonra;
“ Hâkim rüzgârı bekliyorum. Nereden eserse ona göre karar vereceğim” dedi.

ROMANTİZMLE ROMATİZMA

Evin birinde kadınlar gün yapmışlar. Herkes izlediği dizilerden konuşuyor. Izledikleri dizilerin sayısından bahsediyormuş.
Dizilerdeki romantizmden bol bol dem vurmuşlar.
Bu arada evin yaşlı ninesi namazını kılmış, selam verince kadınlardan biri sormuş: “Sizin kaç diziniz var?”
Nine cevap vermiş: “Benim iki dizim var. Sağ dizim, sol dizim. Benim dizimde de romatizma var.

ORTAYA KARIŞIK AFORİZMALAR

ORTAYA KARIŞIK AFORİZMALAR
Bürokratik tavır, Osmanlıda "mafevkine mütebasbıs, madununa müstebit" Yani "üstüne yaltaklanır, altını ezer." Acaba geçen zamanda ne değişti?
** **
Elimde olsa piyasadaki bütün antidepresanları toplatır, yerine bu topluma gülmeyi öğretirdim.
** **
Dilin yalama özelliği var, onun için dondurmayı zevkle yiyebiliriz. Ama dilimiz yalama olmuşsa ağız tadıyla konuşamayız.
** **
Birine öfkelendiğimiz zaman, geçmişte onunla ilintili tüm öfkeleri de ekleriz.
** **
Öfkeli insanlara dikkat ediniz. Örtmeye çalıştıkları yetersizlikleri vardır. Dosyaya çalışmamış hâkimlerin, duruşmada herkese kızması gibi.
** **
Mizah, yaratıcı zekâyı tahrik eder ve özgürlüğü sever. Onun için muhafazakâr kafayla pek geçinemez.
** **
Mizah politik alanda dolaşmayı sever. Ancak yeterli zeka ve esneklik ortamı bulamazsa taşlanmaktan kurtulamaz.
** **
Mizahçılar biraz muzır olur. Sebep, alıcı kitlesi çok geniştir ve müşteri fazla olunca kaliteli üretim zorunluluğu da doğmaz.
** **
Cahil insanların aşk ve adalet algısı birbirine benzer. Biri tecavüzünü aşk, diğeri zulmünü adalet tecellisi sanır.
** **
Hayalle beslenip reelleşmeden ölen aşklar, karşılığı olmadığını bilmediğimiz bir çeki, bir süre sakladıktan sonra yırtmamız gibidir.
** **
Aşktan sonra dostluğa dönen ilişki biçimi, bir çiçek kuruduktan sonra onu kitap ayracı olarak kullanmak gibidir.
** **
Totaliter rejimlerde din ve ahlaktan bahsedilemez. Çünkü seçme özgürlüğü (irade) ortadan kalkar.
** **
Adalet, devletin ve erdemin asli unsurudur. Peki, bir futbolcunun hayat detayını bilen yeni nesil, kaç tane meşhur hukukçu ismi sayabilir?
** **
Toplumun genel geçer yargılarından uzaklaştıkça yabancılaşırsınız. "Deli" diye taşlamadıkları sürece şükredeceksiniz.
** **
Şiir, dilin sınırlarını aşar yeni bir dil oluşturur. Mizahsa mantığın sınırlarını aşar yeni bir mantık oluşturur. Anlamak derinlik ister.
** **
Mahkûmlar suçlarıyla ilgili kitapları neden yazarlar? Hâkimleri iknadan aciz kalınca, okurların vicdanındaki adalette aklanmak isterler
** **
Edebiyat dünyaya insan açısından, hukuk ise normatif bakar. Adalet için, normatif bakışla, insanca bakışın bütünleşmesi gerekir.
** **
Sonbaharın bize hüzün vermesi, biraz da başındaki 'son'un sonumuzu çağrıştırdığı içindir.
** **
Hayatın hakkını vererek yaşayanlar için ölüm tatsız bir süpriz değildir.
** **
Hayata anlam verirken dili kullanırız, Dil kirlendikçe, hayata verdiğimiz anlam da bulanıklaşır.
** **
Kişisel gelişimciler "an'ı yaşa" derler. Oysa geçmiş, iç dünyamızda sessiz sedasız oturmaz, sürekli bugünümüze müdahale eder.
** **
Deneyimlerimiz, kültürel kodlar, iç dünyamıza hep bir sınır çizer. İşte aşk, o sınırı çiğnemekten zevk alan anarşist duygudur.
** **
"Ayrılık ölümden beterdir" deriz. Oysa ölüm dünyadaki en büyük ayrılığımızdır.
** **
Kimi "aşk ölümsüz" der. Kimi aşka üç yıl ömür biçer. Oysa, aşkı yaşarken ölümsüz sanırız, bittiğinde ise son kullanma tarihini öğreniriz.
** **
Barışçı yollardan çözülebilecek sorunları; kavgayla, şiddetle, savaşla çözmeye çalışan insanoğlu huzuru hep bir ütopya görecektir.
** **
Ünlüler her ağzını açışta hikmet yumurtlamaz. Lafü güzaflarına (boş lakırdı) dikkat edin, markasına aldanıp zihninize söz cürufu yüklemeyin.
** **
Kötüyü tercih ettim yerine "şeytana uydum" demek, çok şeytanca bir savunma biçimidir.
** **
Zurna çalan adamın karşısında limon yeme, siyasetçinin yanında dürüstlükten bahsetme, konsantreleri bozulur.
** **
Yoksulluğun, savaşların bitmesi, insanın insana, çevreye saygı duyması sadece dilek ve mucize beklentisiyle olmaz, insanca çaba gerektirir.
** **
Zalimler için bile "merhumu nasıl bilirdiniz" sorusuna "iyi bilirdik" cevabı verilir. Hadi diriyken korkuluyor bari ölünce gerçeği söyleyin.
** **
Sahte iltifatları pazarlayarak geçimini sağlayanlara dalkavuk diyoruz. Onu satın alanlara ne demeli? Akıl fukarası, güç ve para zengini.
** **
Bilmediğini söyleme, bildiğin her şeyi de... Akıllılık, ölçü ve dengeyi tutturmaktır.
** **
Aklımız ermezse hemen bir doğaüstü anlam yükleriz. Bilim ilerledikçe geçmişin batıl inançlarına gülüyoruz. Gelecekte de bizlere gülecekler.
** **
Bir kişiyi eleştirin; verdiği tepkiye göre ne kadar akıllı ya da aptal olduğunu anlarsınız.
** **
Aptala bir şey anlatamazsınız. Çünkü kendini en akıllı zanneder.
** **
Çıkar peşinde koşanların durup bir imanımız yerinde mi diye yoklaması gerekir.
** **
Akıllı biri olarak size ait bir söz ve yazıdan sonra aklınıza ilk gelen suç ve ceza ise Anayasada ifade özgürlüğü olmuş olmamış fark etmez.
** **
Mizahı ilaca benzetirler. Oysa ilaç, tedavi edici hekimlikte kullanılır. Mizah ise buna ilaveten koruyucu hekimlikte de kullanılır.
** **
Mizah, saldırganlık enerjimizi de evcilleştirir. Diktatörler, psikopatlar vahşi saldırganlığını serbest bırakır, mizaha ihtiyaç duymazlar.
** **
Mizah, spagetti yemek gibidir, beceremeyenler teşebbüs etmemelidir. Güldüreceklerine gülünç olurlar.

NE OLMAK, NERDE DURMAKLA İLGİDİR

NE OLMAK, NERDE DURMAKLA İLGİDİR
Öğretmen yere tükürmenin zararlarını anlatacaktı. Öğrencilere dönüp sordu.”Tükürük nedir?” Öğrencinin biri söz aldı “neredeki tükürük öğretmenin?” öğretmen “ne fark eder ki” deyince, öğrenci “olur mu öğretmenin?” dedi “tükürük, ağızda gerekli salgıdır, sokak orasında pisliktir, arsızın yüzünde yağmurdur, zalimin suratında şamardır. Bıyıkla sakal arasında şaşkınlıktır, sanatın içinde ise siyasettir.”

21 Ağustos 2018 Salı

KELİME DEYİP GEÇMEYELİM




CİBİNLİK: 
TDK sözlüğüne göre, “Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül” olarak açıklanmıştır. Eski Türkçe de “cibin” sivrisinek anlamına gelmektedir. ”Cibin” kelime unutulmuş ama cibinlik günümüzde kullanılmaktadır.
Cibinlik dışardan romantik bir görüntü oluşturur. İçindeki kadını prenses gibi hissettirir. Oysa görüntüye aldanmamak gerekir. O sadece sivrisinek bariyeridir.
Rüya tabirlerine göre rüyada cibinlik görmenin evliliğe işaret olduğu varsayılır.

LABİRENT: 

Yunanca bir kelimedir. Sonra Fransızcaya geçmiştir. Mağara ve dehlizlerden oluşan karmaşık yapı anlamına gelen labirent TDK sözlüğünde “Çıkış yeri kolay bulunamayacak kadar karışık koridorları olan yapı”, “İçinden çıkılması güç veya imkânsız durum, sorun” olarak açıklanmıştır.
Kelime kökü Yunan mitolojisindeki bir hikayeye dayanıyor. Girit Adası’nın kralı Minos, Minotauros canavarının kaçmaması için bir hapishane yaptırmak ister. Bu iş için Diadalos isimli mimarı görevlendirir. Diadalos oğlu İkaros ile öyle bir hapishane yapar ki, içi çıkmazlarlarla dolu, zikzaklı karmakarışık bir bina inşa eder. İçeri giren bir daha çıkış yolunu bulamaz. Diadalos’un “Labyrinthos” adında inşa ettiği bu bina öyle bir hapishane ki karışık ve içinden çıkılmaz. Bu nedenle olsa gerek, yol bulmakta güçlük çekilen yerlere “Labirent” denmiştir.
MEŞHUR: 
Belli, tanınmış anlamında Arapça kökenli bir kelimedir. TDK sözlüğünde “ Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın (kimse)” olarak açıklanmıştır.
Ün kazanmaya, tanınmaya, ün almaya ve ünlenmeye meşhur olmak diyoruz.
Yaygınlaştığı için yanlışlığına önem verilmeden kullanılagelen söz, deyim, terim, yaygın yanlışa da "galatı meşhur" denmektedir. Galat-ı meşhur lügat-i fasihten evladır” tabiri “yaygın olan yanlış, sözlükteki doğru ama kullanılmayan haline tercih edilir ”anlamında kullanılılmaktadır.
Şöhret ve teşhir kelimesi de aynı kökten gelir. Günümüze “meşhuriyet çağı” diyenler vardır. Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” sözü günümüzde geçirliliğini koruyor. Herkes görünmek meşhur olmak, görünerek var olmak istiyor. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım” sözü günümüzde “Görünüyorum o halde varım” şekline dönüşmüştür.

MUTLU: 
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde, “Mutluluğa erişmiş olan, ongun, mesut, saadetli, bahtiyar, berhudar” olarak açıklanmıştır.
Mutlu kelimesi Arapça mesut ve bahtiyar kelimelerinin Türkçe karşılığıdır. Ancak bu kelimeler eş anlamlı gibi görünse de deyimlerde ve cümlelerde anlamları farklılaşmaktadır.
Mutluluk bazen bir durumu anlatır. Örneğin, “Seni sevdiğim için mutluyum”. “Mutlu azınlık” ta yer alan mutlu kelimesi ise iyi yaşama şartlarını belirtir.
Saadet kelimesinde biraz mübareklik ve uğurluluk vardır. Asr-ı saadet, aile saadeti, saadet-i ebediye gibi tamlamalarında bu kutluluk ortaya çıkar.
Mesut kelimesi saadete ulaşmış kişiyi ifade eder. Yeni evlenen kişiye “Allah Mesut etsin” deriz. Mutlu kelimesi kısa zaman için kullanılırken, mesut kelimesi daha uzun zamanlar için kullanılmaktadır.
Bahtiyar kelimesi; bahtı yar olan, kaderi iyi olan, şanslı, talihli olan anlamında kullanılmaktadır.
Aşık Veysel bir şiirinde şöyle der:
"Dünya geniş olsun ister dar olsun
Yeterki kalbimde iman var olsun
Her zaman milletim bahtiyar olsun
Rütbemle mesnedim bana kafidir.”
ÖLÜM: 
Türkçe bir kelimedir. TDK Sözlüğünde “Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi” olarak açıklanmıştır. Arapçada memat, mevt ve vefat olarak geçer. “Memat”ı en çok “Hayat memat (ölüm) meselesi” deyiminde kullanırız.
"Ölüm Allahın emri" der, ölüm karşısında çaresizliğimizi anlatırız. "Ölüm var, dirim var" der, tedbirli olmayı düşünürüz. sıkıntı, üzüntü, keder, dert veya yoksulluk çekmektense ölüm daha iyidir anlamında “ölüm ölüm de hırlamaya ne borcum var?” deriz.
Ölüm sevdiklerimizde olursa ifade şeklimiz başka olur: “Allahın rahmetine kavuştu.” “Sonsuzluğa göçtü.” “Ebediyete intikal etti.” “Hak’ka yürüdü.” “Hayata gözlerini yumdu.” “Bizleri öksüz bıraktı.” “Hayata veda etti.” deriz.
Ölüm sevmediklerimizde olursa ifade şeklimiz değişir: “Nalları dikti.” “Kuyruğu titretti.” “Mortu çekti.” “Tahtalı köye taşındı.” “Zıbardı.” “Geberdi.” deriz.
Doktor ve sağlık görevlileri sadece “eks oldu” derler.
Dünyaya geldiğimizde ilk nefesi alırız hayat başlar. En sonunda son nefesi veririz, bir daha alamayız, hayat biter. Aslında her verdiğimiz nefes, son nefes olabilir. Bunun garantisi bizde değildir.
Ölüm karşısında hepimiz eşitiz. Hiç kimse ölümden muaf değildir. Victor Hugo “Ölüm bu ne hükümdar tanır, ne soytarı, herkesi aynı iştahla yutar” der.
Ölümlü hayatı olumlu hayat yapmak ölümden ibret almamıza bağlıdır.
SİGORTA: 
İtalyanca bir kelimedir. TDK sözlüğünde “Bir şeyin veya bir kimsenin herhangi bir yönden ileride karşılaşabileceği zararı gidermek için önceden ödenen prim karşılığında bu işle uğraşan kuruluşla yapılan iki taraflı bağlantı sözleşmesi” “Bu tür sözleşmeleri yapan şirket”, “Özellikle elektrik devresinde, akım çok güçlü olduğunda eriyerek güvenliği sağlayan, kazayı önleyen nesne veya düzen” olarak açıklanmıştır.
Sigortayı, sigortası atmak, sigorta olmak gibi deyimlerde kullanırız. Sağlık, hayat,ihtiyarlık, yangın, alışveriş, ferdi kaza, ölüm, yaşlılık gibi çeşitleri vardır.
Sigorta şirketleri olmadan önce insan insanın sigortasıydı. Bu sigorta paraya dayalı değil, değerlere dayalı idi. Komşunuza güvenirdiniz. Hırsızlık sigortası aklınıza gelmezdi. İnsanlar arasında sevgi, güven, yardımlaşma hayat sigortasıydı. Şimdi paramıza ve sigortamıza güveniyoruz. Aradan sevgiyi, güveni, yardımlaşmayı kaldırdık. Oysa insanın insana güveninin kalmadığı yerde hangi sigorta ve para bize huzuru bağışlayabilir ki? Görünüşte sigortamız var ve herşey garanti gibi görünüyor. Paraya dayalı sigorta insana dayalı sigorta gibi değil. Maddi anlamda kendimizi güvencede gibi görüyoruz. Oysa manevi anlamda yalnız, tedirgin ve boşlukta hissediyoruz. İnsanın insana duyduğu sevgi ve güvenin sigortasına o kadar muhtacız ki…
SİTTİN: 
Arapça 60 (altmış) anlamındadır. TDK sözlüğünde yer almamıştır. TDK deyimler sözlüğünde “sittin sene” olarak yer alır. Günlük hayatta sittin seneyi ömür boyu, sonsuza dek, uzun süre, asla anlamınlarında kullanırız.
Sittin sene yani altmış yıl olarak nitelendirilen dönem insan ömrünün yaklaşık olarak altmış yıl sürmesiyle ilgilidir. Örneğin, “Sen bu işi sittin sene yapamazsın” demek, “bunu yapman imkansız. ömrün yetmez, asla bu iş olmaz” anlamındadır.
“Sittin Sene” isimli şarkı sözünün ilk kıtası:
“Sittin sene şu eve tıkılı kalamam
Koca dünyada çok bunaldım
Kendimi saldım acilen biri beni kurtarsa
Sittin sene şu eve tıkılı kalamam.”

SOHBET: 
Arapça sahiba (dostluk) kökünden gelen sohbet TDK sözlüğünde ,” Dostça, arkadaşça konuşarak hoş bir vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl” olarak açıklanmıştır. Ashap, sahabi, musahabe, musahib,musahibe kelimeleri de sohbet kelimesinden gelmektedir.
Sohbet kelimesi Türkçemizde çeşitli kavram ve terkiplerde yer alır. “Sohbet ustası, hoşsohbet, devlet sohbeti, can sohbeti ve sanal sohbet gibi.
Kültürümüzde sohbetin önemi büyüktür. Eskiler olgunluğun sözlerinden anlaşılır anlamında, “Kemalin kelamının altındadır” derler. Bir atasözümüzde sohbetin önemi vurgulanır. “Sorma kişinin aslını sohbetinden bellidir.” Atasözüyle sohbetin önemi vurgulanır. Mevlana da “Akılılarla sohbet akla kuvvet verir” diyerek akıllı insanlarla sohbeti öğütler.
YANGIN: 
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde “Zarara yol açan büyük ateş” “Hastalıkta ateş” “Coşkunluk” “Tutkun, düşkün, âşık” olarak açıklanmıştır.
Yangınla ilgili, “Yangına körükle gitmek”, “yangın bacayı sardı” “ Yangından mal kaçırır” gibi deyimlerimiz vardır.
Rivayet edilir ki, bir gün Bağdat Çarşı"sında bir yangın çıkar. Yangın yerinden koşturan bir kişiye rastlayan Sırrı Sakatî Hazretleri: “Benim dükkân da yanmış mı?" diye sorar. Adam: “ Bütün dükkânlar yandığı halde seninki yanmamış” diye cevap verince Sakati, “Oh Şükürler olsun” der. Sakati, daha sonra düşününce başkalarının felaketini düşünmeyip halime şükrettim diyerek tam otuz yıl tövbe eder. Malından mülkünden fakirlere dağıtarak bu sözündeki hatasını telafiye çalışır.
Hepimiz insanlık ailesinin bir üyesiyiz. İnsan isek başkalarının başına gelen felaketten bizim de içimize düşen bir acı olmalıdır. Ve o acıyı azaltmak için elimizden gelen ne varsa yapılmalıdır.
YERÇEKİMİ: 
Yer çekimi, Dünya'nın kütle çekimidir. Dünya yüzeyinde veya yakınındaki nesneleri etkiler ve onlara yer çekimi ivmesini kazandırır. Dünya yüzeyinde tüm cisimler bu ivme ile düşerler.
Rivayet edilir ki, İsaac Newton’un altında oturduğu elma ağacının dalından bir elma düşünce “dalından kopan elma niçin yukarıya doğru değil de,yere düşüyor?” diye düşünmüş. Böylelikle yer çekimi kanunu bulmuş.
Yerçekimi kanunu resmi gazetelerde yayımlanmaz. Ama onu hayatımızın her anında hissederiz. Yer çekimi kanunu insanı diriyken toprağın üstüne, ölüyken de altına çeker. İnsanoğlu sadece şu yerçekimi kanunu bile ibret nazarıyla düşünse hiç zalim olmazdı.
Bu arada yer çekimi ile yâr çekimini birbirine karıştırmamak gerek. Yer çekimi kişiyi toprağa, yâr çekimi kişiyi yatağa çeker. Yer çekiminde doğa kanunu, yâr çekiminde boğa kanunu söz konusudur. Yer çekimi bir fizik kanunu, yâr çekimi bir fiziksel cazibe kanunudur. Yer çekiminde boşluk mesafesine, yâr çekiminde fren mesafesine çok dikkat etmek gerekir.

YETMEZLİK: 
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde, “Yetmeme durumu”, “Kendisinden beklenen işlevi yerine getirememe” olarak açıklanmıştır.
Tıp dilinde, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, karaciğer yetmezliği, solunum yetmezliği gibi hastalıklar var.
Ülkemizde en çok beyin yetmezliği var ama kavramı oluşmadığından hiç farkına varamıyoruz.
ZAMPARA:
 Farsça kökenli bir kelimedir. Kelimenin aslı zenparedir. Zen kadın, pare parça demek. Zenpare, kadınların yüreğini parça parça eden demektir. Zampara zenparenin çarpıtılmış halidir. TDK sözlüğünde “Sürekli kadın peşinde koşan, kadınlara düşkün (erkek), kadıncıl, keskin, zendost” olarak açıklanmıştır.
Zamparanın çeşitleri var. Kart zampara, (Azgın teke sendromuna yakalanmış kişi, “Yaşlı beygir taze çimeni sever” atasözünün muhatabı olan kişiler.) Tanzimat zamparası, (Bunlara tanzimat züppesi de denir. Abartılı ütülenmiş elbise, döş cebinde renkli mendil, elinde çiçek olup her kadından yararlanabileceğini düşünen, kültürü olmayıp kitap adlarını ezberleyerek bilgiçlik taslayan kişiler.)

20 Ağustos 2018 Pazartesi

NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ!

NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ!
Bir gazetecinin sokak ropörtajından memleketin halini görelim.
Gazeteci: Ne olacak memleketin hali?
Balıkçı: Satılacak bir şey varsa satarsınız, kalanı buza koyarsınız, biz öyle yapıyoruz.
** **
Gazeteci: Ne olacak memleketin hali?
Garson: Cevap versem, bundan bana bir bahşiş düşer mi?
** **
Gazeteci: Ne olacak memleketin hali?
Milli piyango satıcısı : Hayatta umutsuz olmayın. “Sizede çıkabilir”
** **
Gazeteci: Ne olacak memleketin hali?
Efsuncu: Ben üfürükçüyüm. Tek kişiye üfürerek yolumu bulurum. Siz bu konuyu kitleye üfürenlere sorun.
** **
Gazeteci: Ne olacak bu memleketin hali?
Psikolog: Bu memleketin önce çocukluğuna gitmek gerekir. Sorun orada
** **
Gazeteci: Ne olacak bu memleketin hali?
Avukat: “Danışma ücrete tabidir.”
**
Gazeteci: Ne olacak bu memleketin hali?
Arkeolog: Öncelikle memleketin üstündeki tozlar bir temizlenmeli, görüntü ortaya çıkmalı.
** **
Gazeteci:Ne olacak bu memleketin hali?
Turist: Ogüst mabedine nereden gidilir?
** **
Gazeteci: Ne olacak bu memleketin hali?
Polis: Lütfen kimliğinizi verir misiniz?

“MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ”

“MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ”
Temel siyasete atılacak. Bir kenara çekilmiş nakarat halinde sürekli “Masum değiliz hiç birimiz” şarkısını söylüyor.
Dursun merak edip sormuş:
-Niye hep bu şarkıyı söylüyorsun?
Temel açıklama yapmış:
-Biliyorsun, ben çok vicdanlı bir adamım. Vicdan azabının da çok kötü olduğunu bilirim. Bu şarkıyla kendimi alıştırıyorum.Yaşadığımız gerçekleri kabul etmek azabı azaltır biliyorsun.

YAKINDIĞIMIZ KONUNUN UNSURUYSAK…

YAKINDIĞIMIZ KONUNUN UNSURUYSAK…
Temel bir gün sınıf arkadaşı olan yüksek yargı organındaki başkanı ziyarete gider. Girişte, danışma memuru makam sekreterliğine telefon ederek ziyaretçi ismini bildirir. Oradan aldığı cevap üzerine danışma memuru:
-Üzgünüm yerinde yok, der.
Temel hemen cep telefonuna sarılır. Arkadaşına‘yerinde olup olmadığını’ sorar. “Yerimdeyim” cevabını alınca, telefon konuşmasını izleyen danışma memuru, hiç birşey olmamış gibi Temel’e giriş kartı vererek yukarı gönderir.
Temel bu durumu arkadaşı Dursun’a anlatır. Dursun merakla sorar:
-Peki karşılaşınca ne konuştunuz?
Temel gülerek cevap verir:
-Memlekette yalan dolanın hakim olduğunu, bu şartlarda adalet olmayacağını, karşılıklı yakınarak birbirimize anlattık.

NİYET HAYIRSA

NİYET HAYIRSA
Eğiticilerin eğitimi programında “ölçme ve değerlendirme” başlıklı bir ders alıyoruz. Dersin hocası bizim uyguladığımız sorular üzerinde bir değerlendirme yapmak üzere soru aldı.
Çoktan seçmeli bir test sorusu yansıya aktarıldı. Hoca Öncelikle sorunun kendi içinde tutarlı olup olmadığı konusunda eleştirel bir değerlendirme yaptı.
Soruyu hazırlayan arkadaş itiraz etti.
-Siz öyle değerlendiriyorsunuz ama hocam, benim niyetim şöyleydi,şeklinde açıklama yaptı.
Hoca karşılık verdi:
- Niyetinizi içinizde tutmayacaksınız, soruya yansıtacaksınız, dedi.
Arkadaş durumu kurtarmak maksadıyla;
- Niyetimiz hayırdır. Niyet hayırsa akibet de hayırdır hocam, dedi.

ASGARİ ÜCRET VE AYIN GÜZELLİĞİ

ASGARİ ÜCRET VE AYIN GÜZELLİĞİ
Adamın biri deniz kenarında oturmuş yeni yükselen dolunayı izliyordu. Sanki trans halinde idi. Oradan geçen bir delikanlı merak edip sordu:
-Abi öyle neye bakıyorsun?
Adam gayri ihtiyari başını çevirip cevap verdi:
-Dolunaya! Bak ne kadar güzel değil mi?
Delikanlı garip garip adama baktı, sonra;
-Boşversene abi. Ben asgari ücretle çalışıyorum aya niye bakacağım ki!
Adam kendi kendine söylenir gibi cevapladı:
-İyi ama aydaki güzelliğe baktığın için, hiç kimse senden para istemiyor ki!

KAMERANIN ÖNÜ İLE ARKASI

KAMERANIN ÖNÜ İLE ARKASI
Bir arkadaşım anlatmıştı. Kardeşini acil servise götürmüş. Gelen hastane görevlisi hastayı arabadan indirirken sedye ile taşırken, doktorun odasına taşırken olağanüstü bir gayret göstermiş.
Arkadaşım bir görevlinin bu kadar ihtimam göstermesine alışık olmadığı için durumdan çok memnun kalmış. Memnuniyetini ifade etmek maksadıyla hastane görevlisine bir bahşiş verir gibi bir miktar parayla vermek istemiş. Hastane görevlisi olağan dışı bir tepkiyle “Lütfen abi biz görevimizi hiçbir karşılık beklemeden yapıyoruz. Böyle gayri ahlaki bir teklifi asla kabul edemem” demiş.
Arkadaşın canı sıkılmış. Acilin önüne çıkmış. Sigara içmeye başlayınca. Yardımcı olan hastane görevlisi de gelmiş.
Hemen, “Abi görmüyor musun içeride bir sürü kamera var. Hiç kamera önünde öyle para verilir mi? İşte bak burası kamera arkası” diyerek parayı almış.

TAKININ BÖYLESİ

TAKININ BÖYLESİ
Gümrük memuru gümrük kapısından geçen araç sahibine sorar. “Gümrüğe tabi eşyan var mı?” Adam “Vallah yoktur ağbey “ diye cevap verir.
Gümrük memuru aracı kontrol eder. 1.5 litrelik pet şişelere doldurulmuş mazotları görür. , “Bunlar ne?” diye sorar.
Adam çok normal birşeymiş gibi cevap verir:“Ağabey sanki bunlar esrar, eroin mi.? Mazot işte. Düğüne gidiyorum da onun için”
Gümrük memuru tekrar sorar. “Bunları düğün hediyesi takı olarak mı takacaksın?”
. ·

BIYIK VE ARABA TAMPONU

BIYIK VE ARABA TAMPONU
Temel servis şöforlüğü yapıyor. Dursun bakmış ki Temelin bıyığı kesilmiş. Hayretle sormuş: “Bıyıklara ne oldu?”
Temel durumdan biraz hoşnutsuz:
“Sorma! Kazaen birazını kesince hepsini kesmek zorunda kaldım. Şimdi tamponu düşmüş arabaya döndüm” demiş.
Dursun durumuna şükret der gibi;
“İyi ki bürokrat değilsin. Bıyığın bürokratik rant yaptığı bu dönemde tamponu düşmüş araba değil, makamdan düşmüş devrik krala dönerdin.” Demiş.

KİM KİME NE DEMİŞ?

KİM KİME NE DEMİŞ?
*İki zenci birbirine bakıp “deterjan kullan da beyazlaş” demiş.
*İki üzüm birbirine bakıp “Niye bana bakıp kararıyorsun?” demiş.
*Köpek domuza “Ne pis hayvansın, adın batsın inşallah” demiş. “Domuz köpeğe, “Eğer duan kabul olsaydı gökten kemik yağardı” demiş.
*Tüy kıla demiş ki “ Seni görünce midem bulanıyor” Kıl tüye demiş ki “senin ki de laf mı? sıçtın batırdın şimdi de üstüne tüy diktin.”
*Tefeci, cünübe, “Cenabetten keramet umulmaz” demiş. Cünüp tefeciye “ Faiz yiyip vaaz veren dinlenmez” demiş.
*Soğan sarımsağa, “Ne pis kokuyorsun. Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış” demiş. Sarımsak soğana, “Dinime küfreden bari Müslüman olsa. Ben kokuyorum ama hiç olmasın senin gibi insanlara gözyaşı döktürmüyorum.” Demiş.
*Tabut kabire, “Çukursun, çukur. Sana başka ne diyeyim?” demiş. Kabir tabuta “ Sus tahta kafalı. Ben olmasam seni odun yerine yakarlardı” demiş.
Herkes birbirine birşey diyor. Ama unutulmamalıdır ki, Çehov’un dediği gibi “ Başkalarının günahıyla az

MUTLULUK NEREDE?

MUTLULUK NEREDE?
Emekli Mehmet Efendi’ye bir genç gelmiş;
-Ben mutluluğu arıyorum. Kapitalizm ‘daha fazla mala sahip ol, mutlu ol’ diyor. Sosyalizm, ‘paylaş, dayanış, eşit ol, mutlu ol’ diyor. Kişisel gelişimciler ‘anı yaşa mutlu ol’ diyor. Dinler ‘hayatın nihai amacı var, gerçek mutluluk bu dünyada değil öldükten sonra cenette’ diyor. Şaşırdım kaldım nerede bu mutluluk? diye sormuş.
Emekli Mehmet Efendi gülümseyerek;
-Evladım sen kalbini lüzumsuz eşyaların depolandığı bir ardiyeye çevirmişsin. Kalbindeki gereksiz fazlalıkları at, sonra da bir bahar temizliği yap. Mutluluğun orada olduğunu göreceksin. Bu temizliğin davranışlarına yansısın. Artık yolun mutluluk yoludur. Aramana gerek yok, diye cevap vermis.

BU NASIL NASİP?

BU NASIL NASİP?
Bir şoför kamu kurumuna girmek için başvuruda bulunur. Şöforlüğüne güvenmektedir en küçük endişesi yoktur. Ancak mülakatta elenmiş, Sonra mülakatı kazanan kişilerin araya adam koyarak kazandığını öğrenince arkadaşına dert yanıyormuş:
- Ben yanlış bilgiden kaybettim. Ya ben hep nasibe inanıyordum. Meğerse torpil nasibin önüne geçmiş de benim haberim olmamış.

TEMEL’İN AŞK ÖĞÜDÜ

TEMEL’İN AŞK ÖĞÜDÜ
Temel ve Fadime üniversite öğrencisidir. Otururlar aşk üzerine konuşurlar.
Fadime;
-Hayalimdeki aşkı arıyorum ama bir türlü bulamıyorum, der.
Temel ona akıl verir:
-Hayatta balık olup atılacak oltayı bekleme. Her zaman olta atıp düşecek balığı bekle.
Fadime biran ne diyeceğini bilemez. Sonra;
-Ben aşktan bahsediyorum. Sen balık tutmaktan. Ne alaka şimdi.
Temel, gülerek cevap verir:
-Sistem aynı sistemdir yeter ki sen oltanın ucuna sevilen yemi koy, ya balık takılacaktır ya da bir alık”

TEMEL’İN AŞK BELASINA ÇÖZÜMÜ

TEMEL’İN AŞK BELASINA ÇÖZÜMÜ
Temel’le Dursun oturmuşlar, aşktan meşkten bahsediyorlar.
Dursun, Temel’e dert yanıyor:
-Temel aşık olmakla öyle başıma bir bela almışım ki, ne idare edebiliyorum, ne de iade edebiliyorum.
Temel düşünmüş düşünmüş sonunda çözüm önermiş:
-Tüketici hakem heyetine başvur o zaman.