CİBİNLİK:
TDK sözlüğüne göre, “Sivrisinekten ve başka
böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır
biçiminde tül” olarak açıklanmıştır. Eski Türkçe de “cibin” sivrisinek anlamına
gelmektedir. ”Cibin” kelime unutulmuş ama cibinlik günümüzde kullanılmaktadır.
Cibinlik dışardan romantik bir görüntü oluşturur. İçindeki
kadını prenses gibi hissettirir. Oysa görüntüye aldanmamak gerekir. O sadece
sivrisinek bariyeridir.
Rüya tabirlerine göre rüyada cibinlik görmenin evliliğe
işaret olduğu varsayılır.
LABİRENT:
Yunanca
bir kelimedir. Sonra Fransızcaya geçmiştir. Mağara ve dehlizlerden oluşan
karmaşık yapı anlamına gelen labirent TDK sözlüğünde “Çıkış yeri kolay
bulunamayacak kadar karışık koridorları olan yapı”, “İçinden çıkılması güç veya
imkânsız durum, sorun” olarak açıklanmıştır.
Kelime kökü Yunan mitolojisindeki
bir hikayeye dayanıyor. Girit Adası’nın kralı Minos, Minotauros canavarının
kaçmaması için bir hapishane yaptırmak ister. Bu iş için Diadalos isimli mimarı
görevlendirir. Diadalos oğlu İkaros ile öyle bir hapishane yapar ki, içi
çıkmazlarlarla dolu, zikzaklı karmakarışık bir bina inşa eder. İçeri giren bir
daha çıkış yolunu bulamaz. Diadalos’un “Labyrinthos” adında inşa ettiği bu bina
öyle bir hapishane ki karışık ve içinden çıkılmaz. Bu nedenle olsa gerek, yol
bulmakta güçlük çekilen yerlere “Labirent” denmiştir.
MEŞHUR:
Belli, tanınmış anlamında Arapça kökenli bir kelimedir. TDK sözlüğünde “ Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın (kimse)” olarak açıklanmıştır.
Ün kazanmaya, tanınmaya, ün almaya ve ünlenmeye meşhur olmak diyoruz.
Yaygınlaştığı için yanlışlığına önem verilmeden kullanılagelen söz, deyim, terim, yaygın yanlışa da "galatı meşhur" denmektedir. Galat-ı meşhur lügat-i fasihten evladır” tabiri “yaygın olan yanlış, sözlükteki doğru ama kullanılmayan haline tercih edilir ”anlamında kullanılılmaktadır.
Şöhret ve teşhir kelimesi de aynı kökten gelir. Günümüze “meşhuriyet çağı” diyenler vardır. Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” sözü günümüzde geçirliliğini koruyor. Herkes görünmek meşhur olmak, görünerek var olmak istiyor. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım” sözü günümüzde “Görünüyorum o halde varım” şekline dönüşmüştür.
MUTLU:
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde, “Mutluluğa
erişmiş olan, ongun, mesut, saadetli, bahtiyar, berhudar” olarak açıklanmıştır.
Mutlu kelimesi Arapça mesut ve bahtiyar kelimelerinin Türkçe
karşılığıdır. Ancak bu kelimeler eş anlamlı gibi görünse de deyimlerde ve
cümlelerde anlamları farklılaşmaktadır.
Mutluluk bazen bir durumu anlatır. Örneğin, “Seni sevdiğim
için mutluyum”. “Mutlu azınlık” ta yer alan mutlu kelimesi ise iyi yaşama
şartlarını belirtir.
Saadet kelimesinde biraz mübareklik ve uğurluluk vardır.
Asr-ı saadet, aile saadeti, saadet-i ebediye gibi tamlamalarında bu kutluluk
ortaya çıkar.
Mesut kelimesi saadete ulaşmış kişiyi ifade eder. Yeni
evlenen kişiye “Allah Mesut etsin” deriz. Mutlu kelimesi kısa zaman için
kullanılırken, mesut kelimesi daha uzun zamanlar için kullanılmaktadır.
Bahtiyar kelimesi; bahtı yar olan, kaderi iyi olan, şanslı,
talihli olan anlamında kullanılmaktadır.
Aşık Veysel bir şiirinde şöyle der:
"Dünya geniş olsun ister dar olsun
Yeterki kalbimde iman var olsun
Her zaman milletim bahtiyar olsun
Rütbemle mesnedim bana kafidir.”
Yeterki kalbimde iman var olsun
Her zaman milletim bahtiyar olsun
Rütbemle mesnedim bana kafidir.”
ÖLÜM:
Türkçe bir kelimedir. TDK Sözlüğünde “Bir insan, bir
hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi” olarak
açıklanmıştır. Arapçada memat, mevt ve vefat olarak geçer. “Memat”ı en çok
“Hayat memat (ölüm) meselesi” deyiminde kullanırız.
"Ölüm Allahın emri" der, ölüm karşısında
çaresizliğimizi anlatırız. "Ölüm var, dirim var" der, tedbirli olmayı
düşünürüz. sıkıntı, üzüntü, keder, dert veya yoksulluk çekmektense ölüm daha
iyidir anlamında “ölüm ölüm de hırlamaya ne borcum var?” deriz.
Ölüm sevdiklerimizde olursa ifade şeklimiz başka olur:
“Allahın rahmetine kavuştu.” “Sonsuzluğa göçtü.” “Ebediyete intikal etti.”
“Hak’ka yürüdü.” “Hayata gözlerini yumdu.” “Bizleri öksüz bıraktı.” “Hayata
veda etti.” deriz.
Ölüm sevmediklerimizde olursa ifade şeklimiz değişir:
“Nalları dikti.” “Kuyruğu titretti.” “Mortu çekti.” “Tahtalı köye taşındı.”
“Zıbardı.” “Geberdi.” deriz.
Doktor ve sağlık görevlileri sadece “eks oldu” derler.
Dünyaya geldiğimizde ilk nefesi alırız hayat başlar. En
sonunda son nefesi veririz, bir daha alamayız, hayat biter. Aslında her
verdiğimiz nefes, son nefes olabilir. Bunun garantisi bizde değildir.
Ölüm karşısında hepimiz eşitiz. Hiç kimse ölümden muaf
değildir. Victor Hugo “Ölüm bu ne hükümdar tanır, ne soytarı, herkesi aynı
iştahla yutar” der.
Ölümlü hayatı olumlu hayat yapmak ölümden ibret almamıza
bağlıdır.
SİGORTA:
İtalyanca bir kelimedir. TDK sözlüğünde “Bir şeyin veya bir kimsenin herhangi bir yönden ileride karşılaşabileceği zararı gidermek için önceden ödenen prim karşılığında bu işle uğraşan kuruluşla yapılan iki taraflı bağlantı sözleşmesi” “Bu tür sözleşmeleri yapan şirket”, “Özellikle elektrik devresinde, akım çok güçlü olduğunda eriyerek güvenliği sağlayan, kazayı önleyen nesne veya düzen” olarak açıklanmıştır.
Sigortayı, sigortası atmak, sigorta olmak gibi deyimlerde kullanırız. Sağlık, hayat,ihtiyarlık, yangın, alışveriş, ferdi kaza, ölüm, yaşlılık gibi çeşitleri vardır.
Sigorta şirketleri olmadan önce insan insanın sigortasıydı. Bu sigorta paraya dayalı değil, değerlere dayalı idi. Komşunuza güvenirdiniz. Hırsızlık sigortası aklınıza gelmezdi. İnsanlar arasında sevgi, güven, yardımlaşma hayat sigortasıydı. Şimdi paramıza ve sigortamıza güveniyoruz. Aradan sevgiyi, güveni, yardımlaşmayı kaldırdık. Oysa insanın insana güveninin kalmadığı yerde hangi sigorta ve para bize huzuru bağışlayabilir ki? Görünüşte sigortamız var ve herşey garanti gibi görünüyor. Paraya dayalı sigorta insana dayalı sigorta gibi değil. Maddi anlamda kendimizi güvencede gibi görüyoruz. Oysa manevi anlamda yalnız, tedirgin ve boşlukta hissediyoruz. İnsanın insana duyduğu sevgi ve güvenin sigortasına o kadar muhtacız ki…
SİTTİN:
Arapça 60 (altmış) anlamındadır. TDK sözlüğünde yer almamıştır. TDK deyimler sözlüğünde “sittin sene” olarak yer alır. Günlük hayatta sittin seneyi ömür boyu, sonsuza dek, uzun süre, asla anlamınlarında kullanırız.
Sittin sene yani altmış yıl olarak nitelendirilen dönem insan ömrünün yaklaşık olarak altmış yıl sürmesiyle ilgilidir. Örneğin, “Sen bu işi sittin sene yapamazsın” demek, “bunu yapman imkansız. ömrün yetmez, asla bu iş olmaz” anlamındadır.
“Sittin Sene” isimli şarkı sözünün ilk kıtası:
“Sittin sene şu eve tıkılı kalamam
Koca dünyada çok bunaldım
Kendimi saldım acilen biri beni kurtarsa
Sittin sene şu eve tıkılı kalamam.”
Koca dünyada çok bunaldım
Kendimi saldım acilen biri beni kurtarsa
Sittin sene şu eve tıkılı kalamam.”
SOHBET:
Arapça sahiba (dostluk) kökünden gelen sohbet TDK sözlüğünde ,” Dostça, arkadaşça konuşarak hoş bir vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl” olarak açıklanmıştır. Ashap, sahabi, musahabe, musahib,musahibe kelimeleri de sohbet kelimesinden gelmektedir.
Sohbet kelimesi Türkçemizde çeşitli kavram ve terkiplerde yer alır. “Sohbet ustası, hoşsohbet, devlet sohbeti, can sohbeti ve sanal sohbet gibi.
Kültürümüzde sohbetin önemi büyüktür. Eskiler olgunluğun sözlerinden anlaşılır anlamında, “Kemalin kelamının altındadır” derler. Bir atasözümüzde sohbetin önemi vurgulanır. “Sorma kişinin aslını sohbetinden bellidir.” Atasözüyle sohbetin önemi vurgulanır. Mevlana da “Akılılarla sohbet akla kuvvet verir” diyerek akıllı insanlarla sohbeti öğütler.
YANGIN:
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde “Zarara yol açan büyük ateş” “Hastalıkta ateş” “Coşkunluk” “Tutkun, düşkün, âşık” olarak açıklanmıştır.
Yangınla ilgili, “Yangına körükle gitmek”, “yangın bacayı sardı” “ Yangından mal kaçırır” gibi deyimlerimiz vardır.
Rivayet edilir ki, bir gün Bağdat Çarşı"sında bir yangın çıkar. Yangın yerinden koşturan bir kişiye rastlayan Sırrı Sakatî Hazretleri: “Benim dükkân da yanmış mı?" diye sorar. Adam: “ Bütün dükkânlar yandığı halde seninki yanmamış” diye cevap verince Sakati, “Oh Şükürler olsun” der. Sakati, daha sonra düşününce başkalarının felaketini düşünmeyip halime şükrettim diyerek tam otuz yıl tövbe eder. Malından mülkünden fakirlere dağıtarak bu sözündeki hatasını telafiye çalışır.
Hepimiz insanlık ailesinin bir üyesiyiz. İnsan isek başkalarının başına gelen felaketten bizim de içimize düşen bir acı olmalıdır. Ve o acıyı azaltmak için elimizden gelen ne varsa yapılmalıdır.
YERÇEKİMİ:
Yer çekimi, Dünya'nın kütle çekimidir. Dünya yüzeyinde veya yakınındaki nesneleri etkiler ve onlara yer çekimi ivmesini kazandırır. Dünya yüzeyinde tüm cisimler bu ivme ile düşerler.
Rivayet edilir ki, İsaac Newton’un altında oturduğu elma ağacının dalından bir elma düşünce “dalından kopan elma niçin yukarıya doğru değil de,yere düşüyor?” diye düşünmüş. Böylelikle yer çekimi kanunu bulmuş.
Yerçekimi kanunu resmi gazetelerde yayımlanmaz. Ama onu hayatımızın her anında hissederiz. Yer çekimi kanunu insanı diriyken toprağın üstüne, ölüyken de altına çeker. İnsanoğlu sadece şu yerçekimi kanunu bile ibret nazarıyla düşünse hiç zalim olmazdı.
Bu arada yer çekimi ile yâr çekimini birbirine karıştırmamak gerek. Yer çekimi kişiyi toprağa, yâr çekimi kişiyi yatağa çeker. Yer çekiminde doğa kanunu, yâr çekiminde boğa kanunu söz konusudur. Yer çekimi bir fizik kanunu, yâr çekimi bir fiziksel cazibe kanunudur. Yer çekiminde boşluk mesafesine, yâr çekiminde fren mesafesine çok dikkat etmek gerekir.
YETMEZLİK:
Türkçe bir kelimedir. TDK sözlüğünde, “Yetmeme durumu”, “Kendisinden beklenen işlevi yerine getirememe” olarak açıklanmıştır.
Tıp dilinde, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, karaciğer yetmezliği, solunum yetmezliği gibi hastalıklar var.
Ülkemizde en çok beyin yetmezliği var ama kavramı oluşmadığından hiç farkına varamıyoruz.
ZAMPARA:
Farsça kökenli bir kelimedir. Kelimenin aslı zenparedir. Zen kadın, pare parça demek. Zenpare, kadınların yüreğini parça parça eden demektir. Zampara zenparenin çarpıtılmış halidir. TDK sözlüğünde “Sürekli kadın peşinde koşan, kadınlara düşkün (erkek), kadıncıl, keskin, zendost” olarak açıklanmıştır.
Zamparanın çeşitleri var. Kart zampara, (Azgın teke sendromuna yakalanmış kişi, “Yaşlı beygir taze çimeni sever” atasözünün muhatabı olan kişiler.) Tanzimat zamparası, (Bunlara tanzimat züppesi de denir. Abartılı ütülenmiş elbise, döş cebinde renkli mendil, elinde çiçek olup her kadından yararlanabileceğini düşünen, kültürü olmayıp kitap adlarını ezberleyerek bilgiçlik taslayan kişiler.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder